Kartvizit, profesyonel dünyanın gösteriş aracı ve temel silahlarındandır. Kartvizitini ver ne kadar adam olduğunu söyleyeyim lafı, açıkça söylenmese de herkesin iman ettiği şiarlardandır. Süreç bir kartvizit edinmekle başlar ki kariyerin ilk yıllarında bu hayli zordur. KOBİ’lerin hepsi ve –anlaşılmaz bir nedenle kurumsallık ısrarındaki bazı şirketler haricinde- büyük şirketlerin çoğunda çömeze kartvizit falan verilmez. Bir yeni yetmenin böyle bir talebi karşısında alıp alacağı şey, “ulan iş verdik daha ne istiyorsun” manalı bakışlar ve hele biraz adam ol da sonra bakarız mealindeki laflarında ibarettir. Aslında arkadaki kumpas, bu tıfılı kartivizitlendirip başımıza “terfi ettirin beni her yıl” diyen yeni bir bela açmayalımdan ibarettir. Neyse zaman geçer bir kartvizit edinilir, ama başka sorunlar başlar. Öncelikle isminiz kesin yanlış yazılır ve düzeltilmesi artık İdari İşler mi olur İnsan Kaynakları mı olur birileriyle ciddi bir kavgayı gerektirir. Bu kavgada kullanılması gereken sloganlar, “kurumsal kimlik”, “kurumsal kültür” ve “kurumsal değerler” gibi kimsenin pek anlamadığı ve de inanmadığı, ama ne hikmetse büyülü bir gücü olan kurumsallı ifadelerdir. İkinci sorun, font ve punto seçimiyle başlar. Alışıldık font ve puntolar sıradan bir izlenim uyandırırken, abartılı olanlar “sirkten mi geliyorsunuz” izlenimini uyandırabilirler. Aslında şirketlerin bu işte standartları vardır ve bu standart da “Kurumsal Kimlik Kılavuzu” adındaki bir ton para saçılmış ve bir takım grafik – dizayn şirketlerin abat etmiş kalın kitaplarda yer alır. Ancak doğru bir ilişki, “sürüden” farklı bir kartvizit edinmenizi sağlayabilir. Piyasada görünen plastik, köşeleri yuvarlatılmış ve hatta bazıları bildiğiniz yuvarlak olan kartvizitlerden kaçmak gerektir. Nihayetinde düzgün bir unvan sahibinin düğüne gelmiş hali saçması komiktir, gereksizdir. Üçüncü konu, kartviziti nerede tutacağınızdır. Arka cepte veya cüzdanda bulundurma, kartvizitin sefil bir hal almasıyla ve sahibinin de pek tabi sefaletle özdeşleştirilmesiyle sonuçlanır. Sefillik ve borç yiğidin kamçısı falan değildir. Çokça kullanılan çakma gümüş kartvizitlikler, yeni trend deri olanları, abartmamak, yani mesela üzerlerine de isminizi yazdırmamak veya takım olsun diye aynı malzemeden kol düğmeleri ve çakmaklar yaptırmamak kaydı ile uygundur. Son mesele ise kartvizitin kimlere ve nasıl verileceğidir. Öyle bol buldum dağıtıma sokayım statejisi, bir sürü kartvizitin uçak yapılarak veya beceriksiz ellerde ve sıkıcı toplantılarda kenarından katlarına ayrılması suretiyle çöpe atılmalarıyla sonuçlanır ki dikkat: çöpe atılan sizin “kutsal” isminizdir yahu. İşte Japonlar da kartvizit çok önemliymiş, aldıktan sonra oturmadan evvel okumalıymış gibi çok kültürlü çalışma ortamı zevzekliklerine itibar etmeden kartvizitin sadece bir gün işinize yarayacak kişilere verilmesi esastır diyelim. Kalanlara ise “tüh hiç kalmadı, talep de etmiş idim” falan demek racondandır. Tabi, size kartvizit almayı unutma demiştim dimi diye pis pis bakan müdürünüzün tazyikini sırtlamak kaydıyla. Kartvizite kare barkod bastırmak, sırf gösteriş olsun diye ayrı ayrı dillerde farklı kartvizitlere sahibi olmak ve tencere satmıyorsanız fotoğrafınızı kartvizite bastırmak adabı muaşerete uymaz, derhal terkedilmelidir. Son olarak kartvizitlerinde yazan unvanlar, devamında koltuklarının büyüklüğü, LCD ekranlarının yarıçapı ve wireless her şeyiyle övünen kişilerden uzak durmak, değil kartvizit günahını bile vermemek erdemli profesyonelin olmazsa olmaz alışkanlığıdır.
İşte benim profesyonel kariyerimde, kartvizitlere dair öğrendiklerim bunlar.