Organizasyonlarda, aslında hayatın her evresinde hiyerarşi önemlidir. Nitekim aklımızın biraz ermeye başlamasından itibaren bize posta koyan abimiz – ablamızdan, biraz daha büyüyüp fırça yeme – ceza alma yaşına gelince annemiz, babamız, öğretmenlerimiz ve türlü büyüklerimizden hiyerarşiyi tez zamanda öğreniriz. Yine de algımız sıkça, görünen ve görünmeyen hiyerarşinin iç içe geçmesiyle bulanır. Neyse ki evden aldığımız terbiye, yani görünürde hiyerarşinin tepesinde olan babamızın aslında annemize bağlı bir emir eri olduğunu anlamamız bu tip bulanıkları aşmamıza yardımcı olur. Kısa ve uzun menzilli terliklerle de bu gerçeklik zaman zaman hatırlatılır zaten.
Üniversite yılları, ailemizin kıvanç halleri ve bizzat kendimizin dünyayı kurtaracağım sanrısı ile birleşerek bizi hiyerarşiden bir süreliğine azat eder. Ama baltaya sap olup bir işe girer girmez katı hiyerarşi ile tekrar karşı karşıya geliriz. Sahi nedir organizasyonlarda hiyerarşi? Bu konuda türlü rivayetler vardır. Birilerine göre ki bunlara klasik görüşçüler adı verilir hiyerarşi açık bir emir-komuta zinciri dahilinde organizasyonun hedeflerine uygun adım yürümesini sağlayan güç paylaşım ve uygulama mekanizmasıdır. Nevzuhur ve kendilerini daha insani olarak ilan etmiş bazı görüşler buna karşı çıkararak daha yatay, yani sözde yumuşak hiyerarşi tanımları yapmışlardır. Nitekim matris organizasyon denilen ve kimin eli kimin cebinde, kim neye muktedir ve ne de çaresiz belirsizliğini üreten yapı da işte bu odakların marifetidir. Daha da yeni ve bir tür görünmez işsizlik olan yarı zamanlı ev ofis tipi organizasyonlarda ise hiyerarşi tamamen uçuklaşmıştır. Denilen, buralarda hiyerarşinin falan olmadığıdır, ancak aslında olan çok uluslu şirketlerin doğru düzgün bir iş bulamamış gariban üniversite mezunlarını üç otuz paraya ve herhangi bir iş garantisi olmaksızın çalıştırmalarıdır.
Hiyerarşinin neliğinden sonra nasıl anlaşılabileceği ikinci konudur. Aslında ordu bu sorunu çok temiz bir şekilde çözmüştür. Yapmanız gereken muhatabınızın omzundaki veya kolundaki hilal, yıldız ve çizgilerle kendinizinkileri karşılaştırmak, karşınızdakininki çok ise hemen eğilip bükülmek, yok azsa da sırtı ve çeneyi dikleştirmektir. Ne yazık ki modern organizasyonlar bu ferasetten uzaktır. Üstelik, hiyerarşiden bağımsız organizasyon içi güç adı verilen bir başka mekanizma uydurup işi iyice içinden çıkılmaz hale getirmişlerdir. KOBİ’lerde çalışanlar bu konuda biraz daha şanslıdırlar. İşte hiyerarşinin tepesinde patron denilen zat ve onun çoluğu, çocuğu, hısmı ve akrabası bulunur. Kalanların da bir kıymeti yoktur. Oysa büyük gökdelenlerde ve kalabalık asansörlerde muhatabınızın hiyerarşideki yerini anlamanız zordur. Herkes birbirine karşı bir şıklık ve nezaket yarışı içindedir, ta ki siz birinin ayağına basana kadar. Bu büyük şirketlerin, her durumda çalışanı kandırma, bekletme, oyalama taktiği olarak ürettikleri karmaşık unvanlar da bu işi pekiştirir. Yönetmen, direktör, koordinatör, yönetici ve hatta bazen güçlendirilmiş yönetmen gibi isim tamlamalarıyla ortalığı iyice toza dumana bularlar. Böyle bir durumda kalındığı zaman yapılması gereken muhatabınızın elbiselerine, ayakkabılarına, saçına ve gözlerine bakmaktır. İlk üçü kolay, sizinkilerden daha iyi görünüyorlarsa, yani daha çok para harcanmışlarsa eğilmeye hemen başlayabilirsiniz. Sonuncusu ise biraz çetrefilli. Eğer ne arıyorum burada, bu insanlar da kim ve beni neden rahatsız ediyorlar manasına gelecek bakışlar ve işten zerre anlamayan bir tutum görürseniz yine hemen eğiliniz. Bu kriterler yine de bazen hatalı değerlendirmelere yol açabilir, ama onu da organizasyonun kendisi düşünmeli ve açık etmelidir, Kurumsal Kimlik Kılavuzunda elbette.
Son husus hiyerarşideki yer ile bilgi birikimi arasındaki şaşmaz ters orantıdır. Özetle bu kadar yukarıya çıkmak için türlü dümenler çevirip türlü taklalar atmış birinin işi bilmesi beklenemez. İşte tam da bu yüzden hastanelerde odacı, sitelere güvenlikçi ve her tür organizasyonda da stajyer uzman yardımcıları asıl işi göğüsleyen, varsa sorunuz sormanız gereken kişilerdir.