Toplantılar, modern zamanların başlıca profesyonel zaman israf etme eylemlerinden biridir. Vakti zamanında, artık kim olduğu maalesef tamamen unutulmuş bir cin fikirli profesyonel kendi başına Soliter ve Mayın Tarlası oynamaktan sıkıldığından olsa gerek, şirketteki bir sürü insanı bir odaya toplayıp gürültü yapmayı daha eğlenceli bulmuştur. Ne yazık, ne yaptığını elbette bilmez müdürlerin desteğiyle bu moda kısa zamanda ciddi bir taraftar kitlesi kazanmış, sonuçta fonksiyonalitesi epeyce tartışılır kocaman masalar, yukarı-aşağı ya da öne-arkaya hareket kabiliyetini çoktan yitirmiş ıskartaya çıkarmaktansa burada bir işe yaramasın denen koltuklar, türlü ikazlara rağmen üzerine bildiğin keçeli kalemle bir şeyler çiziktirilmiş ve pek tabi tam silinememiş beyaz tahtalar ve sevgili dostumuz bir projektörden mürekkep toplantı odaları da böylece hayatımıza girmişlerdir.
Toplantı aslında tanım itibarı ile bir one man showdur. Artık ne akla hikmetse bir toplantı konusu icat edip kalanları da bu odaya toplama gücünü bir şekilde devşirmiş birinin, kimsenin anlamadığı ve daha da önemlisi ilgilenmediği bir söylev çekip kalanları kabız, spazm ve uykulu yapma performansıdır da diyebiliriz toplantı da denen toplu uyuklama ayinlerine. Kural olarak toplantılar her zaman geç başlar. Buna rağmen toplantının ortasında birinin kafayı kapıdan uzatıp, kusura bakmayın şöyle önemli bir işim vardır diye uyuyanları lüzumsuz uyandırması da vakayı adiyedendir. Arada toplantı odasını karıştırmış veya anlaşılmaz bir espri anlayışıyla toplantı odasına dalan kişiler de gözlemlenebilir. Elbette bunlar tıfıl veya tümden aklını yitirmiş çalışanlardır, çünkü aklı başında hiç kimse bir toplantıya “gel gel sen de gel” denerek davet edilme riskini almaz. En gerilimli toplantılar bizzat patronun düzenlediği toplantılardık ki, odadaki her bir şahıs ekstra bir gayretle patronu konuyla alakalı bir şekilde övmek için takla atmaktan sefil olur. Yine de patronun zamanı nedense kıymetli olduğu için, artık tenis kortuna mı gidecektir yoksa leblebi yemeye mi kimse soramaz, bu toplantılar neyse ki çabucak biter.
Toplantılar düzenli ve düzensiz olarak ikiye ayrılabilir. Düzenli olanlar, muhtemelen sırf gıcıklığına ya hafta başı saat 08:30’da ya da haftanın son günü 16:00’da icra edilirler. Maksat Laz’a zarar olsundur. Düzensiz toplantılar ise, artık hangi galeyana gelmişse - ki bu bir işgüzar müşteri şikâyeti ya da her bir çalışanın kendi başına hem daha kısa sürede hem de daha etkin bir şekilde çözebileceği herhangi bir sorun olabilir - bir erk sahibi iş bilmezin ortalığı velveleye vererek yaptıklarıdır. Düzensiz toplantıların iyi yanı adından da belli olduğu gibi herhangi bir düzeninin olmaması, dolayısıyla istediğinizi söyleyebileceğiniz bir ortam oluşturmalarıdır. Bu ortamda şahsi hesaplarına kapamaya çalışan çalışanlara ve hatta durduk yere Şampiyon Galatasaray diyen tiplere rastlanabilir. Tabi sonuncusu hayaldir, yalandır.
Toplantının en önemli çıktısı, toplantı notu denen ve okuyan herkesin ben okuma-yazma biliyordum yahu demesine sebep olan anonim ve ortaya karışık bir metindir. Sanki çok matah bir işmiş gibi bu metni yazma görevi elbette salondaki en tıfıl kişiye verilir ki yılanın başını küçükken ezmek gerektir. Bu garibim de, eğer bu işi ilk kez yapıyorsa tabi, sanki dünyanın tüm yükü omuzlarına binmiş gibi gayet ciddi bir tavırla toplantı odasında uçuşan alakasız ve çoğunda yüklemsiz (çünkü efendim bir iş yapılmıyordur) cümleleri kapıp yazmaya çalışır. İş olsun torba dolsun misali, bu metin varsa düzeltme isteğiniz denilerek tüm katılımcılara gönderilir ve aralarında mutlaka var olan kılın biri, yok virgül yanlış yerde yok paragraf başı lazımmış gibi lüzumsuz isterlerle iş o tıfılın çabucak olgunlaşmasını ve artık müdüründen başka – o da doğrudan gözlerinin içine bakıyorsa – kimseyi takmamayı öğrenmesini tez elden sağlar.
Toplantıya çay-kahve dağıtılması tam bir felakettir. Şirketin odacısı, çaycısı, sekreteri, artık her kimse koca bir tepsi üzerinde bir yığın çay ve kahve bardağıyla toplantının en cafcaflı yerinde arz-ı endam eder. Yok benim çayım açık olacaktı, yok bu kahvede neden süt yok naralarıyla da çabucak derdest edilir. Bunların masaya ve yere dökülüp durması da işin cabasıdır. Toplantının en mutlu anı tabi ki toplantının bitişi anıdır. İlkokulda teneffüse çıkmış veletlerin coşkusu halt etmiş, siz katılımcılardaki o ferahlamayı ve hatta toplantıyı düzenleyen zatın gözlerindeki - neyi başarmışsa artık- işte başardım ışıltısını görseniz işte burada yazılmıştır dünyanın tarihi dersiniz. Heyhat hepsi yalandır, toplantıcı katılımları ya sigara içmek için akın akın bahçeye kaçıyorlar ya da kös kös masalarına dönüyorlardır. İşte bu konuyu da böylece hatmeyledik sevgili hiçbir katkı vermez okuyucular. Adam bir iki yorum yazar yahu:)