Eğer profesyonel amaçla ve görece uzun bir süre Türkiye’nin dışında kalma imkânı bulmuşsanız, Türklerin diğer topluluklara kıyasla çok daha az uluslararası ortamlarda bulunduğunu fark edebilirsiniz. Buna, gittikleri ülkelerde kendi kültürlerini kapalı topluluklar kurarak yaşamayı tercih edenleri dahil etmemek gerekiyor, çünkü az ya da çok buralarda yaşanan da küçük bir Türkiye oluveriyor. Bu durumun bence iki önemli nedeni var. İlki, Türklerin, mesela İngilizce ya da İspanyolca, Arapça, Fransızca, Rusça veya Arapça, hatta Çince konuşanların aksine “arka bahçelerinin” olmaması. Balkanlardaki son derece küçük birkaç devleti, Azerbaycan ve KKTC’yi saymazsanız durum böyle. Buna, Türklerin yabancı bir dil öğrenmeme hususundaki ısrarlarını da eklemek lazım elbette. Avrupa Komisyonunun 2006’da yaptığı Avrupalılar ve Dilleri araştırmasına göre Türkler, ikinci dili bilmede %5 ile Avrupa’nın ikinci bir dil bilen topluluklar içinde açık ara sonuncu. Bu konuda bir araştırma bulamadım ama Araplarda, İngilizce ve Fransızca bilme oranı bence gayet yüksek. Bunda elbette Türkiye’nin doğrudan ya da dolaylı bir sömürge geçmişine sahip olmamasının da etkisi var, ancak sonuç yine değişmiyor: Türkler küreselleşmiyor. İkinci neden ise Türkiye pazarının yeterince büyük olması ve “aklınızı dışarıya gitmekle bozmamışsanız” aç kalmayacağınız. Bu durum özellikle yıllardır ciddi bir kriz yaşayan Avrupa ve türlü siyasi istikrarsızlıklarla çalkalanan çok sayıda Orta Doğu ülkesi için geçerli değil.
Toplumsal açıdan bu küreselleşmeme ya da küreselleşememe halinin sonuçları ilginç. Küreselleşmemiş çoğunluk için bu durumun etkisi, “bizim bulgurumuz iyidir” diye özetlenebilecek gereksiz ve nedensiz bir kendi kendine övünme hali. Bu övünme halinin beslediği korkak muhafazakarlık, hem kendi içine fazlaca kapanıp kalan herkesi ötekileştirmekle sonuçlanıyor, hem de bizzat muhafazakarlığın içindeki öğrenme ve anlamaya yapılan bunca vurguya rağmen öğrenmemekle, anlamamakla, hülasa empati kurmamakla sonuçlanıyor. Bu tepkinin ötekileştirilmiş herkesi, yani sadece gerçek yabancıları değil yabancılaşmış veya küreselleşmiş Türkleri de kapsaması, bir toplumsal uzlaşının kurulmasını ve birlikte yaşayabilme imkânlarını engelliyor, gerçek bir özgüven kazanılmasını baştan önlüyor. Hasbel kader veya sınıfsal imtiyazlarla küreselleşmiş azınlık ise, bu istisnai durumlarını genellikle bir tür soyluluk olarak algılıyor ve bu “imtiyaza” sahip olmayan çoğunluğu bulgurları üzerinden alenen veya bazen de sadece refleksif bir şekilde küçümsüyor. Bu hal zaman zaman, çoğunluğun bu kişilere tepkilerinin de katkısıyla, tümden yabancılaşmayla ve başka bir toplumun algısıyla kültürlenip tamamen başkalaşmakla sonuçlanabiliyor. Bunun da bir toplumsal uzlaşının kurulmasına ve birlikte yaşanabilmesine köstek olduğu açık.
Son zamanlarda aşikar bir şekilde yaşadığımız, aslında daha evvel de konuşulmaz ve ama herkesin bildiği bir şekilde tecrübe ettiğimiz toplumsal gerilimlerin ve her tür empati eksikliğinin en önemli nedenlerinden biri olan küreselleş(e)meme sorununun çözümü bence elzem. Buna, yabancılaşmışların da yerli olanla kültürlenmesinin sağlanması eklenmeli elbette. Kişinin bilmediğinden korkması misali aksi, herkesin kaybettiği yorucu ve sahte bir kavga olacak gibi görünüyor.