Yeni Şeyler

Sosyal Bilimciler Ne Bilir Ne Anlar?

Sosyal bilim mezunları, işte tarih, coğrafya, felsefe ve uluslararası ilişkiler, birçok organizasyonda bulunur: bireysel emeklilik şirketleri, ilaç şirketleri ve saadet zincirlerinde. Dikkatinizi çektiyse, hepsi de yalandan sayma ile bir şekilde alakalıdırlar. Orduda ise bu zatlar paso mıntıka temizliğindedir, kimse ellerine çalışabilen bir şeyi emanet etmez. Sosyal bilimci olma halinin bir hayat felsefesi olması hayli kuşkuludur, zira gerçek hayat kılıfı altında girmedikleri kılık, yapmadıkları iş ve üzerine oynamadıkları at kalmamıştır. Bu olağanüstü esneklikleriyle - ki buna mecburlardır çünkü hangi organizasyon bir tarihçi, coğrafyacı, felsefeci veya uluslararası ilişkilerciyi istihdam edecek makul bir neden bulabilir ki – yanar döner ve her devrin adamıdırlar. Garip bir şekilde işe yarayan ve ama gerçek olmayan sözde doğruları açıklayıp dururlar. Yine de, düşen bir direkten kaçmayanı veya önünde bariz bir şekilde duran çukura düşeni pek yoktur. Bunun yerine, direğin düşmesine sebep olan yanlış direktifi vermiş veya orda olmaması gereken çukuru kazdırmışlardır. Bu cümleden de anlaşılabileceği gibi organizasyonlardaki müdürlerinin çoğu işte bu zatlardır. Organizasyonlar, görece az zarar verecekleri bir konuma getirip bunları izole etmeyi ummuşlardır, ama olmamıştır.

 

Sosyal bilimciler kesinlikle önemli kişiler değillerdir. Bu nedenle kendilerini önemli sanmak veya önemli göstermek için kartvizitlerden, ütülü elbiselerden ve kemik çerçeveli gözlüklerden medet umarlar. Kafasını jöleye batırmış gezen veya herkesin – nedense –ayakkabısına pür dikkat kesilmesini sağlamaya çalışan birini görürseniz, kesinlikle bir sosyal bilimcidir.

 

Sosyal bilimciler, fıkralara falan konu olmazlar, en fazla bir hasetle başkalarından duydukları mühendislik fıkralarını anlatarak silikliklerini gidermeye ve hatta cazibe merkezi olmaya çalışırlar. Sosyal bilimlerle ilgili bölümler, genellikle ülkenin en az puanla girilebilen bölümleridir. İnsanın kafası dört işleme basmayıp, bir de dershane günlerini laklak ve kız / erkek peşinden koşmakla geçirirse olacağı pek tabi ki budur. Bu durumu bilen üniversiteler de bu zatları hemen mezun etmeye çalışırlar ki eşeği bağlasan mezun olur lafı işte buradan gelmektedir. Bunların ebeveynleri ise, ya büyük çocuklarını ticarete vermiş bunu da kafası basmadığı için okula göndermişlerdir ya da tövbe etmeye çalışan mühendislerdir. Buna da paradoks denilebilir.

 

Devlet büyüklerimiz, bu zatların organizasyonlarda herhangi bir kar amaçlı faaliyeti yürütmedikleri hususundaki şikâyetleri çözmeye muktedir olamamışlardır. Yine de Endüstri Meslek mezunlarının bu zatları evireçevire dövebileceğinden kimsenin kuşkusu yoktur. Bunların yapabileceği yegane iş gibi görünen siyasette de kapasite sorunu baş göstermiştir. Bu aylaklık ve iş bilmezlikle kapağı akademik olmaya atan ve kimsenin okumadığı bir sürü akademik yayın üreten sosyal bilimciler çoktur. Kadınların neden sosyal bilimci olmayı tercih ettikleri ise gayet anlaşılır bir durumdur; laklak, gösteriş ve istediğin zaman örgü örebilme özgürlüğü. Yine de kadınlar doğuştan getirdikleri ferasetleri neticesinde, sosyal bilimci olmaya hiç pirim vermezler ve bir komplo teorisine göre bunu yapan erkek sosyal bilimcilere de kıs kıs gülerler.

 

Finalde hayatın aslında bir matematiği olduğunu, dolayısıyla sayma becerisine sahip olmak gerektiğini anlayamayan veya anlasa da kata beceremeyen sosyal bilimciler, edebiyata bulaşmışlar ve Türk edebiyatının mevcut halinin de böylece sorumluları oluvermişlerdir. Müzik ise, yine sayamadıklarından giremedikleri, girseler de dandirik bir gitarla Akdeniz akşamlarından ötesine geçemedikleri bir muammadır kendileri için.