İş görüşmeleri, hasbelkader herkesin maruz kaldığı, sonra da kimilerinin diğerlerini maruz bıraktığı bir karşılıklı sahtekârlıklar komedyasıdır. Aslında bu görüşme tipinin evveliyatı modern zamanların, hatta orta çağların çok öncesine dayanır. Rivayete göre bir çiftçi, artık yaşlandığından mıdır yoksa huysuzluğundan kendisine yardım edecek akraba bulamadığından mıdır nedir, “bu toprakların hepsini ben ekip biçemem” deyip bir yardımcı aradığını konu komşuya duyurmuştur. İlk gelen delikanlıya “ne dersin bu işi yapabilir misin?” diye sorup “evet” cevabını alınca da ilk iş görüşmesi yapılmış ve bu garip teamül başlamış olmuştur. Bu garip bir teamüldür, çünkü tanımadan etmeden, sadece beyana dayalı bir istihdam modelidir ve elbette tarihte defalarca çuvallamıştır. Mesela Moğolların dünyanın üçte birini ele geçirdikten sonra fethettikleri ülkelerin başına iş görüşmeleriyle adam getirmeleri, Konstantin’in iş görüşmesiyle seçtiği danışmanlarının aklına uyup Haliç’e zincir çektirmesi, Napolyon’un hezimete uğradığı büyük Rusya seferine götürdüğü askerleri iş görüşmeleriyle bulması gibi. Elbette modern zamanlarda bu iş daha çetrefilleşmiş, İnsan kaynakları departmanının kuruluş misyonu da, bu tarihi sorunsalı çözmek olmuştur: yani salt sözlü ve yazılı (özgeçmiş, diploma, referans falan) beyana istinaden birini bir işe uygun bulmak. İnsan kaynakları bittabi bu sorunu çözemeyince, “abi ben bu işi yapamadım, kusura bakma” mertliği yerine, “nasıl yapalım da bu işin çözülemediğini kimse anlamasın” kurnazlığına girişip, işte kimsenin neliğini ve niceliğini anlamadığı türlü karakter analiz ve testleriyle bugün müşerref olduğumuz bir tür “zero sum game” olan iş görüşmelerini devreye alıvermişlerdir.
Malum, bu görüşmelerin iki tarafı vardır; görüşen ve görüşülen. Herkes iş görüşmelerinin iş arayan zat için zor geçtiğini düşünür ki bu külliyen yalandır. İş arayan nihayetinde iş aradığı açıkça belli olan, yani dürüstlüğü ve netliği açık olan taraftır. Görüşmeyi yapan zat ise, haddizatında mümkünsüz bir iş olan muhatabını değerlendirmek ve uygun bulmak / bulmamak gibi bir yükün altına girmiş durumdadır. Kendisinden beklenen bu değerlendirme onu bir yandan ezer diğer yandan “ben neymişim” üzerinden onore eder ve işte bu şizofrenik hal ile de iş görüşmesinde saçma sapan performanslar sergiler. Artık makamının yüceliğinden iyice ölçüyü kaçırır, görüşmeyi kendi kişisel şovuna çevirir, bugüne kadar bir Allah’ın kulunun sormadığı soruları soracak haddi ve zekâyı kendinde bulur. İş arayan gariban da ağzını açıp sana ne yahu diyemez ve kulaktan dolma bir iş görüşmesinde yapılacak ve yapılmayacak 10 şey bilgisi ile bu hezeyana kendince katkılarda bulunur. Genellikle birkaç raunt şeklinde ifa edilen bu performansta insanı akılsız ve karaktersiz ve değersiz hissettiren türlü mantık, karakter ve sabır testleri gırla gider. Ölçek ekonomisi ucuzculuğuyla adayların topluca proses edilmesi, ilkokuldan kalma yoğurt siyahtır münazara teknikleriyle herkesin içindeki vahşinin ortaya dökülmesi, yine 5 yaşından kalma peki büyüyünce ne olmak istersin sorusuyla rezil edilme vakayı adiyedendir.
Finalden bir önce herkesin sorulacağını bildiği ve cevaplanamaz olduğundan soru sıfatını taşımaması gereken meşhur soru ortaya çıkar: “peki şirketimize nasıl faydalı olabileceğinizi düşünüyorsunuz?” Hayatta kimsenin çalışmadığım yerden çıktı mazeretine başvurmadığı yegâne an işte bu andır. Herkes ömür billah dut tatmamış bir bülbül gibi şakır da şakır. Duyanın neden iş arıyorsun akıllım, git işini kur ve bir sene de zilyoner ol diyeceği akla izana sığmaz vaatler, planlar ve stratejiler sıralanır. Sonuçta da herkes söylüyormuş ve dinliyormuş gibi yaparak bu kutsal anı ite kalka sonlandırır ve final sorusuna gelinir: kaç para istiyorsunuz? Bu, tasarlamış kurumsal albenilerin gerçeklikle karşılaşıp, hem görüşen hem de görüşülen için tuz buz olduğu andır. Kim ne derse desin “para” parlatılmış modern dünyada gerçekliğini ısrarla muhafaza etmiş az sayıdaki şeyden biridir. Bu soru aynı zamanda hem görüşülen hem de görüşenin çapı hakkında da ciddi bilgiler verir. Şöyle ki; siz neyi uygun bulursanız efendimin nevzuhur versiyonu olan kurumsal ücret skalanız ne diyorsa diyen bir aday ya yolun çok başındadır ya uzun süredir işsizdir ya da beş para etmeyeceğinin farkındadır. Bunun tersine en son aldığım ücret şuydu deyip yenisinin bundan yüksek olmasının imleyen aday kurnazdır, içten pazarlıklıdır. Belirli bir ücret isteyip bunu da maliyet kalemleriyle açıklayan aday tüccar ruhlu ve kuvvetle muhtemel taşra kökenlidir. Bir ücret tabanı dillendirip ağzının kenarıyla da kurumsal ücret skalasına gönderme yapan aday ise bildiğiniz kaşar beyaz yakalıdır ve bundan önce en az 4 şirket değiştirmiştir. Ücret beklentisini değerlendireceklerini belirten bir görüşmeci henüz acemidir. İstenen ücreti çok bulduğu gözlerinin açılmasından belli olan görüşmeci, ya patronun gazıyla ucuza çalışan bir hayalperest ya da büyümeye çalışıp eşik atlamaya çalışan bir KOBİ’nin eskide kalmış ve yıllanmış bir çalışanıdır. İstenen ücrete cevaben, içinde sayısal hiçbir şey geçmeyen uzun bir cevap verebilen görüşmeci ise deneyimli bir insan kaynakları çalışanıdır.
İş görüşmelerinin nasıl sürdürüldüğüne ve sonuçlandığına ilişkin istatistikler ise hayli eğlencelidir. İş görüşmesine katılan her 20 adaydan 5’i ikinci görüşmeye çağrılırlar, ancak ilk görüşmeye gelmemiş 5 kişi daha bir şekilde ikinci görüşmeye alınır. Bu toplam 10 adaydan 3’ü üçüncü görüşmeye çağrılırlar ve bunlardan sadece 1’i ilk görüşemeden buraya kadar gelebilmiştir. Üçüncü görüşmenin bitmesi ardından patron sürece müdahil olur ve sırasıyla kendi emeğiyle buraya gelmiş olan aday ile şirket içi torpilin yardımıyla son tura kalmış iki adayı eleyerek, zaten baştan beri aklında olan birini işe alıverir. Sonuçta iş görüşmeleri çoklukla tüm taraflar için 3-5 günlük bir kendini eğleme faaliyetidir ve modern zamanların sözlü-yazılı beyana dayalı güven ilişkisinin aslında hiç olmadığının da göstergesidir.