Modern dünyanın en büyük illetlerinden biri de yüksek binalardır. Asansör ise, sırf mühendislikle yapılabiliyor diye normalleşen bu taşkınlığın sahte devalarından biridir. Bu alet, beyaz yakalının plazada çalıştığı anlamına gelir ki kimi şaşkınlar bunu bir itibar alameti sayarlar. Artık geç de olsa aklını başına almış olanlarsa bir keşmekeş ve gerçek havaya özlem diye özetlerler plazalardaki yazık durumlarını. Sevin ya da sevmeyin yüksek bir binada çalışıyorsanız asansör vazgeçilemeyecek bir araçtır. Tabi, 11. kata merdivenlerle çıkacak bir kondisyonunuz ve ilaveten yangın merdivenlerinin kapılarını kilitlemeyecek ferasette bir idari işleriniz varsa durum ayrı. Ancak bunlar istisnadır. Ayrıca 11. kata çıkabilen biri -sağlam vücut sağlam akıl ilişkisi gereği- çok geçmeden plazayı terk edip makul bir iş bulacak aklıselime sahiptir ve idari işlerin temel fonksiyonu da işleri zorlaştırmaktır. Yani hiç ümitlenmeyin, yangın tatbikatları haricinde kapıları kilitlerler, kendileri kullanacaklarsa ayrı tabi.
Asansör, mesai başlarken başında cümbür cemaat beklediğiniz bir kapıdır. Bu bekleyiş, herkesten önce binmek için doğru yerde durma stratejisini ve beklemedik asansörün gelişini hazmetmek için de bir tevekkül halini içerir. Olayı abartıp üst düzey yöneticilerine ayrı asansör tahsis eden acayip şirketleri ihmal edersek (ki ihmalden daha fazlasını hak etmektedirler), asansör beklemek hiyerarşiyi silikleştiren ve herkesi herkesle sosyalleştiren tuhaf bir toplu eylemdir. Beklemeye başlamadan önce elbette asansörün düğmesine basmak gereklidir. Bu eylem ise nereye gideceğinizden bağımsız olarak aşağı ve yukarı butonlarına aynı anda basmakla ifa edilir. Farklı yönlere gidecek olanların “hangimizinki daha önce gelecek” içerikli 5-7 yaş iddialarına girişmeleri, şanslı olanın bu durumu üstünlüğüne yorması ve ağır-muzaffer adımlarla asansöre süzülmesi, diğerinin ise yenilmişliğini örtbas etmek için “cool” takılıp başka bir yere, genellikle havaya bakması yaygın uygulamalardandır. İlaveten asansörün beklendiği sürede gelmemesi durumunda ki bu süre 1 saniyeden azdır, mümkün bütün düğmelere abanıp artarda basmanın asansörü hızlandıracağı veya diğer katlara uğramasını engelleyeceği gibi bir batıl inanç da mevcuttur.
Asansörün insan kapasitesi, kaldırabileceği toplam yükün ortalama insan ağırlığı olarak varsayılan 80 kiloya bölünmesiyle hesaplanır. Ne yazık ki bu basit matematik, bu kilodaki bir insanın ortalama 2 metre 10 santim boyunda incecik bir yaratık olduğu varsayımıyla çuvallamaktadır. 8 kişinin ite kaka sığabileceği bir asansör bu yüzden sözde 12 kişiliktir. Strateji yoksunluğundan asansöre binememiş ve tevekkül yoksunluğundan da bunu kabullenememiş yarım akıllılar, bu yazılı kapasiteyi yasal bir dayanak olarak içerdekilere karşı kullanmaya çalışırlar, ancak sonuç değişmez. Kısaca insanlar istendiğinden ve zannedildiğinden daha kısa ve daha geniştirler, hatta çoklukla riyakâr, münasebetsiz ve kibirlidirler. İnsanların bu genişlikleri, bazen asansörün “abi biri insin çok ağırsınız” ikazına neden olur. Böyle bir durumda teamül, asansöre son giren zatın yıldırıcı bakışlarla asansörden şutlanmasıdır. Eğer bu zat, kibarlığından bir kadına yol verip sona kalmışsa bakışlarını işbu kadına yönlendirmeye çalışır, ama kadınlar her zaman istediklerini görür ve istemediklerini görmezler. Dolayısıyla bu centilmen de kısa sürede asansörden derdest edilir. Oyunu daha stratejik oynamayı becerenlerse kilolu birini hedef alıp işbu “tombiği” mahalle baskısıyla asansörü terk etmeye zorlarlar. Bu “dobişko” beyaz yakalı; kemiğim kalın, metabolizmam yavaş ve ama kendimle barışığım ezberini geçmeye başlarsa kesin asansörden atılır. Doğru “şişko” hamlesi, bu saldırıyı görmezden gelmek ve –çömelmek mümkün olmadığı için de- hareketsiz kalmaktır.
Asansöre girer girmez yapılması gereken ilk şey elbette gidilecek katın düğmesine basmaktır. Ancak her seferinde lüzumsuz birisi işbu düğmelerin önüne konumlanarak, düğmeye basmaya çalışanlara izin vermeyi bir erdem ve üstün insan hali olarak satmaya çalışır. İşte bu insan tipidir dedikodu malzemesi olacak her şeyi “dert ortağı” maskesiyle dinleyen, diş macunu reklamlarında oynayıp nedensiz sürekli sırıtan, yere düşmüş kâğıtları göstere göstere toplayan ve ama rütbece kendinden alttakileri, mesela temizlikçileri her fırsatta fırçalayan. Aslında burada doğru hamle, bu arkadaşı eşek sudan gelinceye kadar …. ve ama maalesef bu eylem kurumsal kimlik kitabında övülmez, dolayısıyla mümkün tek hamle de bu zatın yanlışlıkla ayağına basmak veya elinizdeki kahveyi “kazara” biraz üzerine dökmek veya asansörün kapısına doğru “fark etmeden” ittirmek olabilir. Her asansörde bulunan bir kendini bilmez, birden fazla düğmeye basar ve asansör halkının kimsenin inip binmediği katlarda mola vermesine sebebiyet verir. Bu şaşkınlar, verilen her gereksiz molada kızarıp-bozararak etraflarına sempatik gülüşler, pardonlu bakışlar ve üzgün suratlar boca ederler. Böylece içerdeki diğer talihsizler, ancak bir tam gün boyunca maruz kalabilecekleri insanlık hallerine şahitlik etmek zorunda kalırlar. İşte beyaz yakalıların asosyal olmasının önemli nedenlerinden biri de diğer insanlarla böyle hercümerç oldukları lüzumsuz anlardır.
Gelelim asansör içi adabı muaşeret kurallarına veya racona. İlk olarak asansörün içindeki pozisyon çok önemlidir. Öncelikle kimseye tam olarak sırt dönülmez, lüzumsuz güvenin alemi yoktur. İkincisi bakışların diğerlerininkiyle kesişmesine izin verilmez. Asansör içindeki cemaati gösteren fotoğraflarda herkesin başka bir yere aval aval bakmasının ve bir şaşkınlar güruhunu gayet iyi resmetmelerinin nedeni işte bu kuraldır. Üçüncüsü, eğer asansörde sadece iki kişi varsa bu kişiler birbirlerinden mümkün olduğu uzak durmalı ve ama birbirlerini sürekli kollamalıdırlar. Çünkü asansörler katillerin ve sapıkların yalnız gezen kurbanlarını aradıkları en favori yerleridir. Arada bunlardan birinin diğerine “böö” diye bağırması da duyulmamış şey değildir. Asansör insanları vahşileştirir vesselam. Dördüncüsü ki asansör içi kalabalıksa uygulanır, en önce inecek zat en dipte konumlanmalı ve asansörden inecekken mümkün olduğu kadar çok insanı rahatsız edip hatta bir kaçını dışarı doğru ittirmelidir. Beşincisi, asansörün daracıklığını maskelemek için yerleştirilmiş aynalarda saçı-başı, kravatı-papyonu ve bazen burun-kulak içini düzeltmek ve temizlemektir, elbette bakışların diğerlerininkiyle kesişmesine mahal vermeden. Altıncısı ve sonuncusu ise bakışları eskaza buluşmuş olanların, birbirlerini hiç tanımasalar dahi birbirlerine sahtekarca gülümsemeleri ve hafif el-baş sallamalarıdır. Seni tanımıyorum, zerre de umurumda değilsin babayiğitliği ve mertliği asansörlerde görülmez nedense.
Son olarak asansörle ilgili şehir efsanelerine değinmek gerekir. Öncelikle hiçbir aşk asansörde başlamaz, asansörde gördüğünüz birine aşık olma ve düzgün bir ilişki başlatabilme ihtimaliniz, aya bir fil gönderilmesi ihtimalinden daha düşüktür. İkincisi hiçbir asansörün tavanı, açılıp kahramanlık yapılması için tasarlanmamıştır. Buna kalkışan zatı ya elektrik çarpar ya içerdeki diğerleri pataklar ya da asansör katta kalıverir. Üçüncüsü asansörlerin imdat butonları ve telefonlarının amacı yoktur ve bu yüzden de çalışmazlar. Dördüncüsü asansörün havalandırmasını çalıştıran biri terlememiş, kuvvetle muhtemel gaz çıkarmıştır. Yaptığına da toplam kalite sözlüğünde düzeltici faaliyet denir ki nedeni de önleyici faaliyeti, yani gaz çıkışını engellemeyi bir nedenle becerememiş olmasıdır.
İşte böylece asansör ve zoraki sosyalleştirilen beyaz yakalılar meselesini de hatmetmiş bulunuyoruz değerli okuyucular.