Yeni Şeyler

Kimsenin Yemediği Bir Beyaz Yaka Kumpası: Kibarlık Kılığında Korkaklık

Beyaz yakalıların sosyal değerleri konusunda yapılan ve esas maksadı tek tip adam yetiştirmek suretiyle işletmelerin genel değersizliğini örtbas etmek olan kıytırık araştırmalarda kibarlık öne çıkan ortak değerlerden biridir. Buna göre ortalama 20 yılını bir şekilde eğitilerek geçiren beyaz yakalı her türlü taşkınlığından süzülerek billur ve örnek bir insan haline dönüşmüştür. Dar kelime dağarcığının en favori cümlelerinin teşekkür ederim, rica ederim, bilmem ne hanım veya bey ya da lütfen kelimesi olması, ileri sürülen en büyük kanıtlardan biridir. Ya da işyerinde kadınlara her daim öncelik veriyor görünmesi, hafta sonu eziyeti soft eğitimlerde buyrulduğu gibi muhatabının gözlerine (aslında kaşlarına veya burnuna) bakıyormuş gibi yapması veya mesela yılbaşı promosyonlarının şirket içine dağıtılması sırasında gönlü tok görünmek ayağına durumu pek önemsememiş ya da edebince sırasını bekliyormuş görünmesi hep bu kibar duruşun sözde ispatlarıdır. Peki gerçekten böyle midir sorusuna çocukken yapılan bir mimik olarak “pışıııık” demek hayli zayıf kalacak, şöyle oturaklı bir çatık kaşlı “halt etmişsiniz” ifadesi gayet de güzel oturacaktır.

 

Her şeyden önce beyaz yakalı denilen zat turfanda bir üründür ve kontrol altındaki bir atmosferde yetiştirilmiştir. Çocukken becerebildiği en büyük karşı çıkış “seni babama söyleyeceğim” veya “o zaman topumu geri verin”den ibarettir. Bir kere bile ağız tadıyla bir kavgaya girmemiş, ne bileyim iyi bir pataklanmamıştır. Bir tarafta at gibi sürüldüğü nice okul sınavlarında “insan insanın kurdudur”u hıfzeylemiş, lakin bir kurdun gereğinde yere kavi basan duruşu yerine tilkinin sözde kurnazlığını ve çakalın bildiğiniz çakallığını şiar edinmiştir. Herhangi bir haksızlık karşısında yapabildiği en iyi şey, her şey bittikten sonra ve elbette kendisi de zula bir köşeye çekildikten sonra –mesela yorganın altı veya tuvalet olabilir- tırışkadan bir senaryo ile nasıl zalimi bir güzel benzettiğini hayal etmek olmuştur. Bu hayalde bile es kaza dışardan hafif bir gürültü duysa yerinden hoplamış, “abi ben yaptım sen yapma” yalvarmalarının akla hayale gelmez bin bir versiyonunu bir çırpıda üretivermiştir. Pratikte ise haksızlığa nasıl karşı konacağı yerine kestirmeden haksız ve ama güçlü adam olma kariyer saplantısına takılıp kalmıştır. Eline bir fırsat geçince de -bu bir iş görüşmesi görünümünde büyük adam pozları takılma ya da bir dış kaynak kullanımı ayıbı olarak üç otuz paraya mecburen çalışan bir temizlik işçisine dandirikten bir nedenle fırça kayma olabilir-zerre tereddüde düşmemiştir. Tipik bir yarattığı derde derman satarak para kazanmada mahir Amerikan reçetesi olan Fight Club /Dövüş Kulübü filmini bile gayet rahatsız olarak ve en sonunda da “abi adam şizofrenmiş” diye tüm gerçekliğinden soyutlayarak izleyebilmiştir.

 

İşte bu korkaklık yüzünden semt pazarından alışveriş yapmak yerine büyük süpermarketlerde ve kimseye temas etmeden kendi gibi turfanda meyve-sebzesini almış, Che Guevera – Mandela – Gandhi gibi adamların sakız olmuş vecizlerini her fırsat ve şekilde tekrarlamış, anneler – babalar – sevgililer günü gibi her trendy zevzeklikte inceliğini afişe etmiş, “sonra ne derler” özetli fiyakayı bozmak korkusu yoluna kazıklanmayı, el-pençe divan durmayı ve hülasa el kibarlığını kanıksamıştır. Tüm bunlar olurken bir hayrın ancak gizlice yapıldığı zaman anlamlı olacağına zerre inanmayıp, “aslında kendimden bahsetmeyi hiç sevmem ama” ile başlayan sonsuz gevezeliklerde kaybolmuştur.

 

Ne yazık bu derdin dermanı yoktur (Bkz. Oscar Wilde – Educated Kindness). İşte tam bu yüzden ve de kim bilir kimsenin bilmediği ne korkaklıkları kibarlık görüntüsüyle temcit pilavı gibi gözümüze soktuğu için görüldüğü yerde beyaz yakalıya “ne ayaksın sen” demek ve garantici özgüvenini tarumar etmek veya asansörde falan yalnız yakaladığınız zaman hafif üstüne yürümek tedavi edici olmamakla birlikte hayli eğlencelidir. Zira korkak kibarlıkları düşürmek de ruhun fiyakasıdır.