Yeni Şeyler

Müdür, Müdür, Müdür, Yine Müdür

Yeni yetmeler için vakti zamanında müdür denen şeyin enteresan, gizemli ve korkulası bir şey olduğunu söyleyerek başlayalım. O zamanlar siyah beyaz ve tek kanaldan ve Kütahya İbrikli yayın yapan bir televizyon vardı. Televizyon cihazının neden bir sürü kanal düğmesine sahip olduğu kimsenin aklına gelmez bir soruydu. Çekyat icat olmamış, ya kimsenin kıyıp oturmadığı veya oturtulmadığı kilitli misafir odası koltukları ya da her işe yarar divanlar vardı. Kalorifer, asansör, yürüyen merdivenler, araba falan inanılmaz, saygı duyulası ve hayal dahi edilemez ayrıcalıklardı. Yollar yazın tozlu, kışın çamurlu, pazarlar her daim cümbüşlü ve kalabalık, erkekler uzun-kalın favorili ve paçası bol daracık pantolonlu, kadınlar ise kabarık saçlı ve abartılıydı. Şehirlerin türlü bayramlarının cümbür cemaat kutlandığı köşeli ve gayet dışavurumcu meydanları, tren garlarının her daim müdavimleriyle dolu meyhaneleri, sokakların köpekleri ve çöpleri, elektrik kesintileri ve dolayısıyla gaz lambaları, Facit hesap makineleri ve Olympia daktiloları, memurların tozdan kaçmak için taktıkları kollukları, polise hiç benzemeyen babacan tavırlı ve kahverengi üniformalı bekçileri (emniyetin astsubayları), ana caddelerde bir-iki banka, bir yorgun otel, belki bir Arçelik bayii vardı. Sonra Sovyetleri Birliği ve Mao, dolayısıyla her mahalleye eser miktarda düşen ve çocukları korkutmaya yarar “komünist”, etin ve kıymanın azıcık daha ucuza satıldığı tanzim satış mağazaları, niyeyse dağıttıkları maaşlar kendilerininmiş gibi itibar gören mutemetler, ne satın almak istersen iste kuyruklar veya karaborsası, tıkış tıkış ve türlü kokulu belediye otobüsleri ve çığırtkan taksi dolmuşlar vardı. Haliç buram buram kokardı o zamanlar, herkes sigara içer ve milli piyango bileti alırdı. Lojmanlar afili idi, subay çocukları okuldan, elden çekmeli kapıları olan askeri servislerle alınır, evlenince hediye edilecek telefon hattına çocuk doğar doğmaz başvurulurdu. Sonuçta da yoksulluk ve yoksunluktan mecbur birbirine kenetlenmiş, işte tam da bu yüzden samimi, iyi yürekli, konuşkan ve güvenilir insanlar vardı. Bu fonun tam önünde ise gelişi-gidişiyle, susması-konuşmasıyla ve oturması-kalmasıyla herkesi ve her şeyi hizaya çeken bir adam vardı ve adı da Müdür idi. Bu taştan yontulmuş bilge kişi bazen banka, bazen okul, bazen vergi dairesi, ama her daim bir kamu kuruluşunun müdürüydü. O zamanlar özel sektörü pek ipleyen yoktu, mesela işletme bölümleri kurulmamıştı bile. Bu müdür denen kişi, bütün milli bayramların olmazsa olmazı detone-gürültülü bandolardan ibaret geçit törenlerini, kaymakam veya vali ile birlikte kıyak ve “halktan” korunaklı bir köşeden izler, bir insan bir heykele bu kadar mı benzer yahu dedirtirdi. Kimse Kafka’yı okumadığından mıdır yoksa devletten başka ele gelir işveren olmadığından mıdır nedir bürokrasiyle dalga geçilmez, müdürler çulsuz da olsalar kafadan eşraftan kabul edilirlerdi. Ama sonra …

 

İthal ikamesinden kopup ihracat yapıp büyüyelim özetli eski Adam Smith masalı tüm ülkeyi sardı. Bir ton özel şirket pırtladı ve kamu da maaşları da küçücük kaldı. Gözünü hırs bürümüş beyaz yakalılar sınıfı arzı endam etti, türlü yaldızlı diplomaları ve Amerikan menşeli “10 adımda ne isteniyorsa o olma” sanatlarıyla. Tüketerek büyüyelim ve güzelleşelim inancı, takıp takıştırıp aksesuar ve unvanları adam sayılalımla birleşti. Enflasyon sadece fiyatları değil, unvanları da etkiledi sonuçta. Kimsenin müdür olmak için bekleyecek 10 yılı, yaşlanmayı tecrübe sayacak irfanı ve türlü titrleri olmadan kendinden menkul saygınlığı kalmadı. Duruma uyanan patronlar başına türlü sıfatlar ekleyerek bir ton müdür unvanı icat etti. Duruma asla uyanmayan beyaz yakalılar kapış kapış müdür oldu, kartvizit bastırdı ve kaşlarını hafif çatma eksersizleri yaptı. Kimsenin istemeyeceği işler için dış kaynak kullanımı dümeni icat edildi. Sonra öyle bir gün geldi ki ortada müdürden başka kimse kalmadı.

 

Müdürü kimse sevmez, çünkü kimse kendini sevmez modern dünyada. Sevmek için herhangi bir şeyi, önce kendi kendini sevmek, dolayısıyla olmak gerektir veya ben sana müdür olamazsın demedim ki.