Yeni Şeyler

Dünya Yalan, İnsan Gerçek

“Dünyanın küreselleşmesi “ diyerek herhangi bir özlü söze girişen, buyurduğu yarım yamalak aparılmış incilere alkış bekleyen, 4-5-6 ve 7 P’li veya Mor İnekli veya Mavi Okyanuslu türlü pazarlama trendlerini / kavramlarını ölürcesine tüketen, her şeyi anlamış – bulmuş – çözmüş – yemiş – yutmuş ve anda da kusan zatın, eşeği çöle salıp sudan gelinceye kadar pataklanmasında hiçbir beis yoktur. Eğer bu kuvvetle muhtemel askılı – papyonlu – porselen dişli veya uzun favorili – kısa boylu – göbekli muhterem, devamında “ne varsa Batı’da var” başlıklı bir su katıksız ilerlemeci – modernist – pozitivist propagandaya girişip her bir şeyi Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisi ile açıklayıp araya da Mu medeniyetini bir gayret sokuşturuyorsa kızılcıktan aşağısı kurtarmaz, aksi halde söğüt veya gürgen yetişir. Bir de üstüne yönetmeyi “liderle müdür arasındaki fark”, olmayı “IQ + EQ = SQ”, sevmeyi “üst modeli çıkana kadar” ve hüznü de bir çilingir sofrasında çalgı-çengi eşliğinde bir iki şarkıyla gözlerini devirip devirip sesini titretmek sanıyorsa, yapılabilecek daha da başka bir şey yoktur. Ağzın kenarıyla selamet dilenip tekrar bahçeye bostana salınabilir.

 

“Ecdadımız zamanında” diyerek herhangi bir özlü söze girişen, değil diğer ülkeleri ve toplulukları kendi ülkesini dahi anlamaktan aciz, yine değil ikinci – üçüncü bir dili kendi dilini bile doğru düzgün okuyup – konuşup – yazamayan, “öteki” diye gönlünce damgaladığı her şeye tahammülsüz ve anlamaya niyetsiz, çalışıp hak etmek yerine sırf kendini ait saydığı tarih nedeniyle “kafadan” üstün ve ama hakkı yenilmiş olduğuna inanan zatın da dip yekûnda ilkinden bir farkı, dolayısıyla da eşek sayısının ikiye çıkarılmasında bir beis yoktur. Eğer bu kuvvetle muhtemel odasına – duvarına – masasına ne anlama geldiklerini öğrenmeye bile zahmet etmeden replika Osmanlı arma ve tuğralarını serpiştirmiş muhterem, bu içinde bin bir çeşit anlayışı, görgüyü ve kavrayışı bilmem kaç zaman içermiş çok uzun soluklu öyküyü, sığ bir etnisite veya sadece modern zamanlara özgü küt ve tek biçim bir aynılaştırmadan ibaret sayıyor, buradan da kendine türlü payeler çıkarıyorsa ve her şeyi / zamanı kapsadığını zannettiği sığlığını “gelenekten geleceğe” minvalli sloganlarla sözde haklı çıkarıyorsa kızılcıkları da acele iki yapmak lüzumludur, yoksa söğüt de gürgen de boldur. Bir de üstüne sağda solda gördüğü her Koca Sinan eserinde içlenip ama bunlarda kuşlara bile yuva yapan inceliği görmezden gelip bulduğu her boşça alana bir kule dikme hayaliyle gezip, koca bir medeniyeti evine istif ettiği türlü kitch objeyle sahiden de hatmettiğine inanıyor ve de modern sayılan hiçbir şeyden de tüketici sıfatıyla geri kalmıyorsa, yapılabilecek daha da başka bir şey yoktur. Elin tersiyle yallah denip tekrar çayıra çimene salınabilir.

 

Yok, bu zat lüzumsuz güç iddialı “biz”den çok “ben”i telaffuz ediyorsa, hemencecik taraf olma lüksü yerine ne ve neden oluyor başlıklı türlü soru, sorgu ve anlamaya çalışmaklarla boğuşuyorsa, bir taraftan sadece çalışmaktır kurtaran insanı deyip / yapıp diğer taraftan da gereğinde yalnız kalmaktan çekinmiyorsa, bir boşlukta hissedip mecbuuur diğerlerine takılıp pencerelerden atlamakla hayatı geçirmektense kendini akan zamanın ve mekânın içine anlamlı bir şekilde yerleştirmeye didiniyorsa, bunların “hepisini, hepisini”ni yapar iken çoluk çocuğa da karışıyor veya karışmaya çalışıyor, dolayısıyla eve ekmek götürmeyi, su taşımayı ve ateşi yakmayı da insan olmak ve kalmaktan sayıyorsa, elini öpmekte beis yoktur, bilakis gerek vardır. Eğer bu kuvvetle muhtemel az görünen, az konuşan ve çokça dinleyen muhterem, insanlara gülümsüyor, fildişi kulelerde sabahlamıyor, merak ediyor, hayret ediyor, hayran kalıyor, bunları ifade ediyor, hemi de yanınızda yörenizde iştigal ediyorsa -üstelik müdür de olsa ya da herhangi bir beyaz yakalı- hemencecik çay veya kahve içmeye davet etmek şarttır, olmazsa olmazdır, kati bir mükellefiyettir.

 

Artık hangisinden ve hangisiyle olmak istediğiniz de size kalmıştır, çünkü dünya yalandır da insan gerçektir.