Yeni Şeyler

Türkün Yabancıyla Yarenliği 2

Ne zaman başladığına ilişkin kesin bir şeyler söylemek zor olsa da, öz güveni bir şekilde kırılmış ya da sahtekârca aşırı gelişmiş bir Türk tipinin “yabancı”ya karşı sevgi/nefret odaklı abartılı bir ilgi beslediğini söylemek mümkündür. Paradoksal bir şekilde “ne varsa Batı’da var” diyenlerle “bizim bulgurumuz süperdir” diyenlerin bu ortak “ilgi” paydasında buluşmaları, açıklanmaya muhtaç acayip bir sosyal fenomendir. İşin sınırsız Batı hayranlığı besleyenler açısından yorumu kolaydır. Nihayetinde kendi akli ve fiziki yetersizliklerine, kültürlerinin arkaik ve kokuşmuş olduğuna ve de “esmer-kıllı-bıyıklı” Türklerin vandallığına ikna olmuş olan bu güruh, yüzlerini bütün cepheleriyle gelişmiş-aşmış-ermiş-bitirmiş Batı’ya döndürüvermiş, neliğini ve niceliğini sorgulamadan gelen her şeyi eyvallah diyerek bağırlarının en içine basıvermişlerdir. Giyim biçiminden yemek zevklerine, insanın öyküsünün anlaşılmasından tuvalet kâğıdının hijyenliğine kadar birebir ruhsuz bir klonlama sürecine kurban olmaya gönüllü bu ahali, tez zamanda orijinallerini geride bırakmış ve kraldan çok kralcı yaftasının gerçek sahipleri olmuşlardır. Mesela bunlara göre sarışın-mavi gözlü-beyaz tenli olmak kafadan üstünlüğün bir göstergesi ya da bu coğrafyada mümkün en Batılı hal olan Balkan göçmenliği, durup durup övünmeyi gerektiren bir yüce insan halidir. Lakin bu grup Almanya’da da köylülerin olduğuna, ortalama İngiliz’in gayet kötü bir eğitime sahip olduğuna ya da bütün İtalyanların sanatkâr olmadığına inanmakta güçlük çekmekte, bu insanları acep soyu buralardan mıdır diye kendince sorgulayıp inandıkları kutsallarını temize çekmeye çalışmaktadırlar.

 

Gelelim ikinci ve renklilikleriyle çok daha fazla malzeme vadeden topluluğa. Bunlardaki ortak özellik, için için Batının üstünlüğüne inanmak, ama bu üstünlüğü çaba ve çalışma ile değil türlü ayak oyunları ve kumpasla açıklamak, dolayısıyla içre yaşanan “az gelişmişliği” bir haksızlık veya “zalim felek” olarak telakki etmektir. Farklı ve aslında daha da üstün olduklarını göstere göstere ilan etmek için kendilerince buldukları yöntem, otantik türlü kültürel malzemeyi veya seremoniyi modernize edip -yani rezil edip- yerliyiz ve üstünüz marşını gür bir ses ve uygun adımlarla terennüm etmek, artık nerelilerse oralı olmaya ve kalmaya özen göstermektir. Bu coşkulu gösterimlere örnek olarak, “estetize” edilmiş testi, sini, güğüm, kağnı tekeri gibi objeleri medarı iftihar olarak salonlarda görücüye çıkarmak, hiç de kullan(a)madıkları yöresel bir ağzı, hemşerilerine karşı ya da yerli görünmenin para ettiği mekânlarda bol keseden kullanmak, büyükleri sayma törenlerini abartılı bir şekilde eda etmek, olur olmaz yüksek sesle türkü söylemek, atasözlerini sıralamak falan verilebilir. Bu yerli olma / görünme ısrarının, modern tüketim biçimleriyle birlikte arzı endam etmesi ise altı kaval üstü şeşhane mertebesindedir. Facebook ya da diğer türlü sosyal mecrada sürekli gönül insanı vasfıyla ifa ettikleri bildiğimiz geveze-boş-münasebetsiz-hadsiz insan performansının, sözde övülen adabı muaşerete uyan bir tarafı, yani fitne-fücur işleriyle uğraşmayıp herkese gösterilmesi icap eden mesafeli bir saygıyı koruyan bir hal ile yakından uzaktan ilgisi yoktur. Bu mecralarla beslenen türlü flörtöz hallerin de, çokça zikredilen geleneksel ahlak anlayışında, ancak hakir görülen bir yeri mevcuttur. Bu gerektiği veya işe yaradığı kadar yerlileşme halinin, aslında istense de olunamayan o “yabancı” haline karşı icra edilen eklektik-tutarsız-komik-ayıp bir “ben de varım, ben de insanım, üstelik de daha…” özetli sözüm ona isyan ve var(ol)uş halinden başka da bir açıklaması yoktur. İlk ve son kertede gereksizdir, utanç vericidir ve otantik olan her şeye karşı da açık bir hak gaspıdır.

 

Kıssadan hisse, kendine yabancılaşanın -ki buna sahte yerlileşme de dahildir- er ya da geç silikleşeceği, insanı kurtaracak tek şeyin de ancak gerçekten çalışmakla beslenen bir vakar ve özsaygı duygusu olduğudur.