Klasik yönetim stratejilerinden böl-parçala-yönet, aslında hayatın her yerindedir. Bu stratejinin en naif versiyonu, bir türlü yenilemeyen bir topluluğu türlü nifak-fitne-fesat ile parçalayıp yenilebilir kıvama getirmektir ki örnekleri cetvelle çizilmiş Ortadoğu ve Afrika haritalarında bolca bulunabilir. Biraz daha gelişmiş olanında ise uygulama, birleşmeleri halinde yönetilemeyecek ve hatta yönetime falan ihtiyaç duymayacak grupları türlü tanımlamalarla sahte bir rekabet içinde ayrık tutmaktır. Modern organizasyon biliminin icadı iş paylaşımı ve uzmanlaşma bunun iyi bilinen bir örneğidir. Bununla çalışanlar beyaz-mavi yaka, müdür-geri kalanlar veya şu ve bu departmanlar olarak bölünüp parçalanmış ve sonuçta da oyalanmaya-istismara- yönetime her manada hazır hale getirilmişlerdir. Bu iki versiyonun ortak özelliği, bölen ve bölünen özne ve nesnelerin birbirlerinden farklı olması ve bunların bölüp-parçalama işleminde ne halt ettiklerini/başlarına ne halt geldiğini gayet iyi bilmeleridir. Bu herkesçe biliniyor olma halleri nedeniyle de artık -çenelerini “strateji” lafını kullanmaya vakfetmiş muhteremleri saymazsak - kimsenin ilgisini çekmemektedirler. Sıra bu stratejinin en sofistike modeline gelindiğinde ise işler değişmektedir. Kişinin mutlu olduğu zannını bir ömür sürdürmesi için kendini kandırmasına dayanan bu versiyonda özne ve nesne aynı kişidir. Bu neyin doğru neyin yalan olduğunun böl-parçala ile karıştırıldığı ve sonra da yönetildiği şizofrenik yöntemde, “uzanamadığın ciğere mundar de” şiarından vazgeçilmiş ve “ulaşabildiğin şey ciğerdir” özetli saçma sapan bir postmodern düstur benimsenmiştir.
Sıkça karşılaşılan ve “hikmetlerle” dolu müdür-lider karşılaştırması, bu son versiyonun billurlaşmış bir örneğidir. İşin esasında burada lider kavramı, daha ve üstün insan olma hali olan müdür unvanına erişememişler için manipüle edilmektedir. Burada lider denen zat bir başka tip üstün insan olarak tanımlanmakta, böylece modern beyaz yakalılara sınırsız ve maliyetsiz bir avutucu-anlam sağlayıcı-önemli adam hissettirici oyuncak sağlanmaktadır. Liderlik sıfatı bordroya-mordroya yazılmadığı için de kimse “o müdürse ben de liderim, bana da çok para verin” diyememekte, sonuçta da memnun memnun sırıtarak gezen beyaz yakalı sayısı şaşılacak oranda artırılabilmektedir. Öyle ya lider dediğin şeyin tanımı, “müdür bağırır liderin sesi şarkı gibidir, müdür kaşlarını çatar liderin yüzü gamzelidir” gibisinden ne aksi ispatlanabilir ne de ipe sapa gelir bir sürü eğlencelikle doludur. Bu niteliklere sahip olduğunu iddia eden, böylece kendi aklını bölüp-parçalayıp-rezil eden herkes tanım gereği lider olduğuna kendi kendini ikna etmektedir. Birilerinin bu kendinden menkul lideri izleyip izlememesi de elbette o diğerlerinin sorunudur. Nihayetinde tarih, önemi anlaşılamamış nice mühim şahsiyetle dolu değil midir?
KOBİ’lerin sözde terfi ettirip para vermedikleri, itiraz edeni de “müdür yaptık bir de üstüne para mı istiyorsun” diye fırçaladıkları zamanın primitif sömürü yöntemi, işte böyle böyle mükemmelleşmiştir. “Biri gelip bir şey dese de ben de hemencecik kansam ve önemli insan olsam” umudundaki beyaz yakalı garibanların arayıp da bulamadığı bu “bebelere emzik” artık her tür kişisel kullanıma amadedir. Müdüre “müdür olabilirsin ama lider asla” laf çakmaları, çocuklarının hareketlerinden liderlik vasıfları bulup çıkarmalar ve baygın-parıldalayan-karizmatik bakışlarla keşfedilmeyi beklemeler de paralel sahte evrenlerde gırla gitmektedir. Türlü (a)sosyal mecrada “içindeki lideri çıkar, ona bir şans ver, üzme-ağlatma-bekletme onu” temalı workshop-oyun-tematik faaliyetler biteviye önerilmekte ve tüketilmektedir. Bu insanlığı her şekilde aşmış-tüketmiş-şaşırmış faaliyetlerde de 3 adımda 5, hatta 10 adım garantilenmektedir.
Makul tutum, liderlikten bahsedenlere “kaç para alıyorsun veya veriyorsun birader” demek ve “Bir Sefil Olarak Liderin Otobiyografisi” kitabını ısrarla görmezden gelmektir efendim.