Yeni Şeyler

Sözde Bir Dayanışma Konsepti Olarak Takım Çalışması

Modern iş dünyasının popüler sakızlarından biridir takım çalışması. Rivayete göre her şey, uzuneşek oyunundaki birlikte olmadan kaynaklı çocuksu mutluluğun afrodizyak ve antidepresan etkisinin keşfi ile başlamıştır. Kıvanç dolu-kanmış-baygın ve dolayısı ile sömürüye her daim amade beyaz yakalılar oluşturmak için bu keşif üzerine çalışan bir işyeri psikoloğu, liderlikten sonra modern çalışma tarihinin en etkili afyonu olan takım çalışmasını da böylece uydurmuştur. Kurgusuna göre, paylaşmakla mutlu olabildiği çocukluk günlerini nafile arayan ve elbette vahşi-sahtekâr-doyumsuz iş dünyasında sadece kaybolan beyaz yakalı, bu yeni konseptle hem mutlu olacak hem de verimlilik falan tavana vuracaktır. Ancak bu ilkel tasarım –biraz aklı olan herkesin tahmin ettiği üzere- kısa sürede çuvallamış, adını dile pelesenk lüzumsuz bir kavram olarak miras bırakarak tarihin çöplüğüne yuvarlanmıştır.

 

Takım çalışması ile uzuneşek arasındaki farklar, bu saçmalığın neden hayat bulamadığı konusunda öğretici bilgilerle doludur. Öncelikle uzuneşekde sırayla aşağıya yatılır ve üste çıkılır. Oysa takım çalışması mefhumunda aşağıya yatan ve üste çıkan değişmez ki ilkine kısaca beyaz yaka denmektedir. İkincisi uzuneşek de altta veya üstte olanlar arasında gerçek ve kaçınılmaz bir dayanışma vardır. Nihayetinde amaç çökmemek veya çöktürmektir ki bu da ancak elbirliğiyle yapılabilecek bir şeydir. Takım çalışmasında ise oyunun kurgusu, “hiyerarşi” veya “organizasyon şeması” adı altında birkaç katlı bir uzuneşek şeklinde değişmiştir. Bu yeni yapıda amaç dayanışma değil, bir üst kata erişerek alttakileri ezme zevkine olabildiğince çabuk ermektir, çünkü bu dünyada insan olmak ezme gücüyle doğru orantılıdır. Bu nevzuhur amaç, yanındakileri sürekli satma-gammazlama-zayıflatma ve üstündekileri de sevme-övme-yüceltmeyi gerektirmektedir. Kimsenin pek bilmediği husus ise, oyunu böyle oynadıkça, yani “yarışıp durdukça” sürekli üstünüzde birilerinin olacağıdır ki bu da “beyaz yakalının bedbaht kendini bilmezliği başlığı” altında ayrı bir yazıklanmasının konusudur. Neyse diyelim. Üçüncü ve son farklılık ise, uzuneşek oyununun sonunda, altta ve üstte olmak arasında bir farkın olmaması, herkesin eşit değere sahip insanlar olarak oyunu sona erdirebilmesidir. Zira amaç yenmek veya yenilmek değil, “boş dersi nasıl bomboş geçirmeyiz” sorusuna bir cevap olarak birlikte iyi zaman geçirmektir. Takım çalışmasında ise bu eşit değere sahip olmaya rastlanmaz. Birisi kesinlikle takımı sırtlar ve bir başkası da takımın tüm başarısını sahiplenir. Geriye kalanlar ise, ya daha önceki takımı sırtlamış ya da başarıyı sahiplenmeye çalışıp becerememiş kişiler olarak dersini almış kenarda ezber eden pasif ve nasipsiz çoğunluğu oluştururlar.

 

Takım çalışması denen uyduruk değer sisteminin gerçek kazananlarına gelince, bunlar -zannedildiğinin aksine- sürekli takım çalışmasının ulviliğinden bahseden şaşkaloz müdürler falan değildir. Haddizatında müdürler de bir başkasının, yani Genel Müdür veya en nihayetinde patronun aynı içerikli söylevlerinin kurbanı durumundadırlar. Üstelik kendilerini insan yapan tek şey olan müdürlüklerini kaybetme riskleri olduğu için, takım çalışmasına imanlarını daha güçlü-yürekten-utanılası bir şekilde göstermek mecburiyetindedirler. Hiç inanmadıkları bir şey için gösterdikleri bu zoraki performans, akıllarını tamamen baştan almıştır. İşte tam da bu sebepten hiçbir kurumda gerçekten yapılması istenen işler için müdüre falan gidilmez. Takım çalışmasının gerçek kazananı efendim, bir tarafta çalışanları “yok sen az çalıştın ben çok” nifakıyla taraflara bölerek kendi adaletine, diğer tarafta da yine çalışanları bu koftirik yalanla akılsızlaştırarak kendi aklına ihtiyacı garantileyen patronlardır. İşte patronların adil ve akıllı olduğu efsanesi de buradan gelmektedir efendim. Aslında patronların esas gayesi, bilginin tek elde toplanmasını engelleyerek kendilerine bir rakip çıkmasına mahal vermemektir ki zaten zatı alileri de gayet iyi bildikleri bu yolla patron olmuşlardır. Hülasa takım çalışması, patronların sürekli gazladıkları ve ama bir an dahi inanmadıkları üçüncü sınıf bir efsanedir.

 

Bu konudaki hakikat ise, ancak benzer değerlere sahip insanların gerçekten ve yüksünmeden birlikte bir şeyler yapabilecekleridir ki buna da takım çalışması falan değil insan gibi yaşamak denir. Aksi, “biz tam yedi cüceyiz, on dört kollu bir deviz” şarkısını biteviye mırıldanmak ve Pamuk Prensi de tek vasfı yakışıklılık olan tembel-kibirli-tiki prense masalın her anlatılışında yeniden ve yeniden kaptırmaktır.