Eski zamanların at binmesiyle modern zamanların araba sürmesini aynı kefeye sokanlar, en hafif tabiriyle saçmalamaktadırlar sayın ve çok sevgili müşkülpesent okuyucular. Her şeyden önce at denilen muhteşem yaratık ile binicisi arasındaki ilişki, ikincisinin aksine bir araç-kullanıcı ilişkisi değildir. Öyle olsa idi binicisini sırtından atan veya ısıran at veya sahibinin ardından efkârdan ölen at vakıaları hiç olmaz idi. Vesselam at denilen mahlûkatın bir şahsiyeti vardır. İkincisi hiçbir süvari, kendinde olmayan ve sadece ata atfedilen bir değerle süper falan olmaz. Binicinin de değer olarak atın kıratında olması icap eder ve toplam değerlilikleri de en az değere sahip olana göre hesaplanır. Son olarak at, “hayvan” sınıfından olmasına rağmen bazı arabalı insanların aksine hayvanlık yapmaz. Mesela insanları bile bile çiğnemez, binicisi manyak da olsa korkutulmadıysa falan gemi azıya alıp ortalığı tarumar etmez. Hülasa araba sürmek ve bunun için gerekli araba sahibi olmak bambaşka ve dibine kadar modern bir hikâyedir ve bu yazı da modern insanın (elbette en önce ve pek önce beyaz yakalının) araba ile kurduğu acayip ve saçma sapan güç ilişkisi üzerinedir.
Öncelikle arabanın bir yere gitme, bir şey taşıma gibi fonksiyonel nedenlerle satın alındığı lafı güzafını bir kalemde geçelim. Yaptığı her işte amacı, kendisini daha değerli hissetmeye çalışmaktan ibaret olan modern insan bu nedenlerle araba sahibi olmaz. Toplu taşıma ve lojistik servislerini kullanır. Araştırmalara göre bu insan tip(siz)inin araba sahibi olmasının 3 temel nedeni vardır:
Nedenler ve sonuç arasında bu zevatın kurduğu ilişkinin akıllıca bir tarafı elbette yoktur. Ancak hemcinsleri nezdinde hedeflediği sonuçların oluştuğu, teessüf ve şaşkınlıkla müşahede edilmiştir.
Araba denen şey pek ucuz bir şey değildir. Hatta dünya rekortmeni vergi oranları falanla ülkemizde inanılmaz meblağlara satılmaktadır. Hal böyle olunca işin finansmanı da, tasarruf ve kanaat kültürüyle zerre ilişkisi olmayan beyaz yakalı için ciddi bir sorun haline gelmektedir. Genellikle başvurulan çare, “bugünkü lüzumsuz tüketimin için geleceğini gönül rahatlığıyla satma” diye özetlenebilecek tüketici kredilerine başvurmaktır. Bu gösterinin icra edildiği bankalarda her iki taraf da birer beyaz yakalı olunca, kredi şakkadanak çıkmakta, sakızlaştırılmış “seize the day” veyahut “carpe diem” lafızlarının anlamı “dibine kadar andan haz al, sonrasına bakarız” falandan ibaret olmaktadır.
Beyaz yakalının araba satın alırken arandığı özellikler, hayattan beklentileri ve hayat performansı hakkında ibretlik ipuçları vermektedir. “Koltuk Isıtma”, benim en önemli bölgem burasıdır ve asla üşütmeye-sıkmaya gelemem demektir. “Koltuk Hafızası”, balık hafızalı ve tembelin önde gideni olduğum için ben yatayım başkası çalışsın anlamındadır. “Park Pilotu”, gerçek hayatta öyle niteliksizim ki beni bana bıraksalar ortayı kırar dökerim, siz en iyisi beni güdün gitsin mealindedir. “Anahtarsız Çalıştırma”, güç denen şeyden anladığım basılacak düğmelerin önümde olmasından ibarettir, emek verip sorumluluğu almak gibi bir keyfiyet bende hiç yoktur şeklinde yorumlanmalıdır. “Çift Bölgeli Elektronik İklim Kontrollü”, bencilliğim öyle engindir ki değil insan olarak birilerini çekmek-taşımak, kıytırık sıcak-soğuk hava hususunda bile her daim şeyimin derdindeyim demektir. “Akıllı Saklama Bölümleri”, kendimi bir şey sanmak için o kadar çok takım taklavata ihtiyaç duyarım ve hiçbir şeyim yokken o kadar solda sıfır bir şahsiyetim ki bana çok şey ve yer lazım lafzındadır. “Bagajdan Fırlayan Ek Koltuk” -ki asla kullanılmaz-, yardımsever ve paylaşımcı olduğuna kendini inandıran sahtekârın önde gideniyim demektir. Son olarak “Açılır Tavan ve Bisiklet Takma Aparatı” ise, doğa insanıyım veya doğaya dönüş geyiklerinin şahbazıyım anlamına gelmektedir.
Vesselam işte bu şeyini sıkıp bir baltaya sap olamayan, hayatının hiçbir tarafının kontrolünü ve sorumluluğunu alamayan, keyif düşkünü ve bencillik abidesi, çıplakken hiçleşen, sözde empatik ve yalandan otantik müsvedde, sonunda arabasına kurulup dünyanın anasını ağlatmakta, köprü trafiğinin, karbon salınımının ve petrolle yapılan türlü zulmün esas müsebbibi olmaktadır. Öncelikle adam olmayı ve sorumluluk almayı gerektiren ve bu yüzden asla sahip olamayacağı gerçek güce sonunda sahip olduğunu zannederek, dipsiz ıssızlık ve tatminsizliğinde sürüklenmeye devam etmektedir. İşte tam bu esnada bir şoför de kamyonun arkasına şunu yazar: “Gönlünde yer yoksa ayakta da giderim.” veya Yunus’un dediği gibi:
Senin aşkın beni benden alıptır
Ne şirin dert bu dermandan içeru
Write a comment
andrei (Thursday, 11 September 2014 09:45)
Çalıştığım yere bakıp yukarıdaki her bir özellik için en az 5er kişi sayabiliyorum ben, ya siz?
Yazılarını okuyunca kendimi iş yerinde molada seninle karşılıklı oturmuş muhabbet ediyor gibi hisediyorum hocam. Bu kadar gerçek yazdıkların. Aklına sağlık!
AA (Sunday, 14 September 2014 16:44)
Eh almaz mıyız kendimize bizi yansıttığını iddia ettiğimiz eski Türk toplumlarının vazgeçilmezler atlarının günümüz modellerini? Alırız elbet. Belki de genlerimize işlemiş olduğundan farkında olmayarak alıyoruz. Ya geliyoruz o gaza ya da desinlere kendimize veriyoruz o gazı. Sonuçta bir gazla binilen ama gaz parasının 2,5 katına yol alması için mâl olan zamane atlarımız ile bir sefa yaşıyoruz. Hadi binelim diyelim büyük şehirlerde. Hele ki İstanbul'da. Artık ne de olsa lüks değil gereklilik. Eh biraz da geleceğimizi şimdiden kredilere satarak alıyoruz ikinci üçüncü arabalarımızı. Hele bir de çok katlı bloklarda yaşıyorsak ki oralardaki nüfus, bir Anadolu kasabasının nüfusuna eşittir. İsteseler belediye başkanlarını bile seçebilirler. Nereye koyacağımız da bir dert oluyor o arabaları. Western filmlerinde Casino'ya giden cowboy atıyla vardıktan sonra dizginlerini bağlayıp havalı havalı yürüme edasındaki hali günümüzde, arabasını havalı bir halde park edip kapıyı elinin tersiyle kapatırken geriye bakmadan sırtı dönük halde kumandayla kilitlemek aldı. Sıkışık trafikte akla gelen, yaratıcı tüm küfürlü nağmeleri ederken yaşanmaz artık diyoruz bu koca şehirlerde, trafikte geçen ölü o vakitlerde. Ee bu esnada Anadolu'daki durum nedir? Çok da aksi değil. Artık arabaların çokluğundan küçük şehirlerde dâhi yollar yetersiz kalıyor ve sıkışıyor trafik.
Nasrettin Hoca'nın "Ye kürküm ye" sözündeki hali yaşıyoruz bizler günümüzde de. Çünkü şan şöhret makam mevki ölçülüyor kürkünün boyutuyla. Milyar dolarları olan yüksek girişimci Amerikalı ağabeyler amcalar bir kot ve tişört ile ürünlerinin pazarlamasını yaparken acaba düşünmüyorlar mı "ulen şimdi onca parası varken neden bu paspal halde sahneye çıktı bu adam demezler mi" diye. Hollanda Kraliçe'siyle kırmızı ışıkta yan yana bisiklet üzerinde beklediğimdeki şaşkınlığımı da buna eklediğimde, hatta güzel ve şık pantolon ceketleriyle işlerine bisikletle giden bayanları ve erkekleri Almanya caddelerinde görürken ben de kendime şunu sorardım : "ya bunları Türkiye'de görmek için daha çoooook kuruvasan yemeli kahve içmeliyiz". Ne de olsa Avrupalının kahvaltısı onlar. Boş ekmek yiyince aklın bilgi zenginliğiyle dolmasının, ilim bilim bilmenin önemini kavramada zorlaşıyor. Avrupalı bir CEO kasabadaki fabrikasındaki işine bisikletiyle giderken bizdeki işçi sendikaları başkanlarının makam araçlarının cumhurbaşkanıyla aynı olmasından yine aynı zihniyet ortaya çıkıyor: "Buralar ye kürküm ye dünyası"...
Sevgiler Saygılar
ertuğrul koç (Monday, 15 September 2014 03:53)
Sevgili Hakan,
yine tüm yorumlarına, virgülüne kadar katılıyorum. Yine modern! insanın sert bir dille röntgenini çekmişsin.
Allahtan benim arabam 1987 Ford Taunus, yırttım mı hocam?