Beyaz Yaka, her daim kazanan tarafta yer alarak iyi-güçlü-süper görünmeyi hesaplayan ve ama her durumda kaybeden kifayetsiz bir pragmatisttir. Herhangi bir değer ve ilkeler sistemine sahip olmadığı için bulunduğu tarafın haklı ve/ya gerçek olup olmadığıyla ilgilenmez. Bütün taraf olma tercihlerini yalnız veya azınlıkta kalmak korkusuyla gerçekleştirir. Bu ilkel güdünün yönetiminde radarlarını dört açar, herkesin yaptığını yapar, inandığına inanır ve söylediğini söyler. Değişen eylemler, inançlar ve söylemlere yumuşakçalar kadar hızlı adapte olur. Bu yüzden “öteki cehennemdir” lafının Beyaz Yaka karşılığı “ben olmak cehennemdir” şeklindedir. Hülasa, Beyaz Yaka ancak iyi-güçlü-süper “biz”in içinde yer alarak var olabilir.
Beyaz Yakanın biz algısındaki temel sorun, bir önceki aşama olan “ben”e hiç uğramamış olmadır. Bu yoksunluk ancak bir sürü aranarak ve yamanarak iyi hissedebilmeyle sonuçlanır. Bu “biz”e yaslanma ve “iyi çocuk olma” hali, hayatının her yerinde caridir. İşyerinde patronun/müdürün her dediğini evetler, guruların pırtlattığı her trendi edinir/sahiplenir veya orta malı olmuş her özlü sözü ilk kez söyleniyormuş ve fevkindeymiş kıvamında buyurur. Evinde tüketim ideolojisinin öngördüğü ve övdüğü bir ebeveyn, eş veya arkadaş olur. Sokakta olup bitene tepkisi, “nerede çokluk, orada haklılık” şeklindedir. Aynı anda veya gereğinde hızla değişerek modern, muhafazakâr, yerli, aydınlanmacı, milliyetçi, enternasyonal ve çoğulcu falan olur. Çözüm önerileri, hangi güruha dâhil olmuşsa onun slogan ve marşlarından ibarettir. Kendini -haklı olarak- nimetten saymadığı için, ötekini anlamaya ve saymaya yanaşmaz. İyi veya kötü herhangi bir eylem için bir adım öne çıkmaz, yalnızlıktan ödü kopup sürüsüne yapıştığı için dışlanmaz ve “açılın ben doktorum” diye kalabalıkları falan yarmaz. Asiliğini ve itirazlarını bile ancak kalabalığının parçası olarak yaşar.
Bu “ben” olamama haliyle tutunduğu takım çalışmasının birlikte var olmak ve kazanmak performansı, iç güveysinden bile beterdir. Diline pelesenk ettiği empati, harmoni, EQ’yu falan “bükemediğin bileği öp, bükebildiğini de bükmekle kalma, kır” şeklinde yorumlar. Artık neyi-kimi lideri-kutsalı-tapınağı bellediyse hedef gösterdiği tüm ötekileri karalar-aşağılar-itip kakar. Beyazsa siyahları sevmez, siyahsa beyazlardan ölesiye nefret eder. Birlikte var olmadan anladığı, “ötekinin köküne kibrit suyu” seviyesindedir. Kendisi için harcanmış onca emek ve zamana rağmen ne farklıları birleştiren bir zamk olur ne de temsil eden bir sentez. İşine geldiği ölçüde ötekini sever-sayar-destekler, köprüyü geçince de ezer-çiğner-tekmeler. Okulda kopya vermekten, askerde mıntıka temizliğinden, işyerinde çalışmaktan, düğünde razı olmaktan, evlilikte şükretmekten ve sokakta kavgadan kaçar. Yüzüne söylemekten, arkasında durmaktan, kenarda beklemekten, altta kalmaktan ve üstte düşmekten ölesiye korkar-tırsar. Biz, biz diye tutturduğu şey ne ortak değerlere ve geleceğe, ne de “ne pahasına olursa”ya tekabül eder. İlk zayıflık belirtisinde kendine yeni bir “biz” bulur. Sadakat ve vefadan anladığı, birini tavlamak için falan ucuz nostalji yapmaktan ibarettir.
Ben olmak için emek vermez, hata yapmaz ve ders almaz. Ben olmak için vazgeçmez, denemez ve yanılmaz. Ben olmak için durmaz, geçmez ve yalnız kalmaz. Ben olmak için anlamaz, dinlemez ve yerine kendini koymaz. Sözün büyüsüne, eylemin kalabalıklığına, gücün haklılığına, kestirmeciliğin kolaycılığına ve görünmenin etkisine inanır, ama kendine inanmaz. Bu kendinden gayrı her halta inanan hali ile de istatistiklere konu bir detay, sosyal medya münevveri ve malumatfuruş taraftar olur. Hülasa Barış’ın dediği gibi bir baltaya sap değil de, sapın ucuna kazma olur.
Write a comment