Eğitim, beyaz yakalının değer iddiasının temel dayanaklarından biridir. Buna göre eğitim, beyaz yakalıyı uzmanlaştırıp kutsallaştıran ve değeri kendinden menkul hale getiren büyülü bir şeydir. Bu
varsayımın elbette ne bir doğruluğu ne de modern dönem öncesi bir geçmişi vardır. Bu eğitilmiş ve ışıltılı zümrenin dünyayı bir hammadde ve haz nesnesine, insanca yaşamayı da
tüketip-sığlaştırıp-kirletmeye indirgemiş olması, varsayımın doğruluk derecesini göstermektedir. Varsayımın nevzuhurluğuna ilişkin ise eski zaman eğitim anlayışının insan tekine odaklandığını,
eğitimi deneyim ve sorumlulukla harmanladığını ve hepsinden de önemlisi nasıl iyi bir insan olunur ve kalınırı hedeflediğini hatırlamak yeterli olacaktır.
İnsanın salt eğitimle bir şey olabileceğine inanmak ve üstelik eğitimi de bazı teknik bilgilerin öğrenilmesine indirgemek, bu algıdaki temel sorundur. Bu algıyı yaratan kitlesel eğitim, endüstri
devrimi sonrası pırtlayan seri üretim ve toplu tüketimin gerektirdiği standart insanı üretmek üzere tasarlanmıştır. Ardından da fabrikalara işçi, ordulara asker, bürolara memur ve her şeye
müşteri sağlamak için büyük bir coşkuyla başlatılmıştır. Bu kampanyanın esas başarısı ise, bu sürecin nesnesi / malları olan insanları buna razı etmek, hatta bunun çok matah bir şey olduğuna
inandırmak olmuştur. Koca insanlık tarihinde, standart-kokmaz-bulaşmaz sürü üyesi insan tipinin övüldüğü ve yüceltildiği başka da bir dönem yoktur.
Bu kıvanç halinin fevkine ise elbette beyaz yakalılar ulaşmıştır. “Altın semer de vursan… “ diye başlayan veciz sözü zerre anlamamış bu zevat, diploma ve sertifikalarla parlamanın insan
olmak ve kalmak için gerek-yeter şart olduğuna inanmıştır. Özetle, koftilikten mütevellit üzerine türlü takım-taklavat-aksesuar takarak var olabilmek şeklinde tezahür eden bu rahatsızlık,
eğitim sektörünün sürekli büyümesinin ve beyaz yakalının anlaşılmaz-nedensiz-gereksiz öz güvenin nedenidir. Maalesef yapılan araştırmalar, diploma sayısı ve diplomada yazılan okul adının marka
değeriyle beyaz yakanın özgüven ve şımarıklık derecesi arasında pozitif bir ilişki olduğunu göstermektedir. Aynı araştırmalarda korelasyona eklenen bağımlı değişken “Bir İşe Yarama” ile
bunlar arasında ise hiç de doğru orantılı bir ilişki bulunamamıştır. Özetle kitlesel eğitimin ürünü beyaz yakanın, ısrarlı kıvanç hali ile herkesi rahatsız etmekten gayrı bir işe yaramadığı ilmen
ispatlanmıştır.
Tersine mühendislik ile yapılan bir çalışma ise beyaz yakalının nasıl adam edileceğine ilişkin ilginç öneriler sunmuştur. Çalışmada beyaz yakalıya kim olduğu sorulmuş ve ancak cevabını,
diplomalarını ve cep telefonu-kartvizit-araba vb. aksesuarlarını zikretmeden vermesi istenmiştir. Bu eklentileri olmayan beyaz yakalının kimliğine ilişkin söyleyebildiği cılız-anlamsız-boş
laflardan da aslında bir halt olmadığı sonucuna kolaylıkla erilmiştir. Böylece, özüne erilen beyaz yakalının tekrar nasıl insan yapılabileceğine ve dünyanın bu baş ağrısından nasıl kurtulacağına
ilişkin bir reçete hazırlanabilmiştir. “Ana Rahmine Döndürme ve Çıkışta Her Şeyi Başka Bir Şekilde Yaptırma” olarak adlandırılan bu proje, Süne ve Kımıl İlacı Üreticileri Derneği
tarafından gereksiz ve beyhude bulunmuşsa da, Başımın Gözümün Sadakası Olsun Hareketinin büyük desteğiyle pilot bir çiftlikte hayata geçirilebilmiştir. Proje koordinatörünün günlüğü, yaşananları
şöyle özetlemektedir:
-
1. Gün: Hedef şahısların %90’ını plaza, kahve zinciri, kuaför, gym ve teknoloji marketlerinden topladık. Kalan %10’unu da hastayım bahanesiyle evlerinde
homina gırtlak ve X-Box/PSP durumunda bastık. Toparladığımız güruhta hemcinslerini görenlerin uysalca bize itaat etmeleri ve koyun gibi hemen sürüye karışmaları işimizi çok
kolaylaştırdı.
-
2. Gün: Neleri var neleri yoksa hepsini soyup, Mahmutpaşa’dan toptan fiyatına aldığımız türlü normal insan giysileriyle giydirdik. Elbiselerinin arasına
karışmış bir New York Yankee şapkası büyük infial yaşattı. Şapkayı ben aldım ve şapka için kavga edenlerin hepsine takke giydirdik.
-
3. Gün: Pilot çiftliğe hepsini traktörlerin arkasına takılmış römorklarla intikal ettirdik. Nedense hemen hepsi römorktaki çuvalların üstüne çıkarak
gitmeye çalıştı. Yüksekte olmanın avantajlı bir şey olduğunu zannediyorlar. Düşen armutları yoldan topladık, römorkun arkasına asılanlara ise normalleşmelerinden ötürü şeker verdik. Cheese
Cake’de ısrar edenler yolun kalanını çuvalın içinde geçirdiler.
-
3. Gün Akşamı: Herkesi ranzalarına yerleştirdik. Hepsi de üst katta yatmak isteyince altlar silme boş kaldı. Neyse ki gecenin ilerleyen saatlerinde
çoğu aşağı düştü de alt kat biraz kıymete bindi. Kaz tüyü yastık, göz bandı ve kulak tıkacı isteyenlere pamuk döşeği, ay ve yıldızları ve cırcır böceklerini gösterdik. İtiraz edenleri tuvalet
nöbetine yazdık. İstinasız hepsi ağlayarak uyudu.
-
4. Gün: Toprak nedir, bitki nedir, börtü-böcek nedir özetli bir eğitim yaptık. Eğitimin projektör ve power point marifetiyle yapılması, vücut dili ve
esprilerle zenginleştirilmesi gerektiğini söyleyenlere mıntıka temizliği yaptırdık. Hemen hepsi arazi olmaya çalışsa da çıplak arazide saklanacak bir yer bulamadılar, ağaca çıkmayı ise
hiçbiri bilmiyor.
-
5. Gün: Bütün günü çapa yapmayı öğreterek geçirdik. Hepsinin de çavuş olma isteği neticesinde çapayı tutacak bir Allah’ın kulu bulamadık. Çavuşların da
çapa yapacağını öğrenmelerinden sonra uzun süre donuklaştılar, “ama, ama müdürler …” diye gevelediler, hatta bir-ikisi bayıldı. Taviz vermedim ve akşama kadar çapa yaptılar. Azık olarak
peynir-ekmek ve ayran verdik. Subway ve Quiznos Sub soranları aç bıraktık.
-
10. Gün: Tarlaları ve bahçeyi sulamada pek bir yol kat edemedik. Nedense “çok, iyidir” diye bir algıları var ve aynı noktayı sulayıp duruyorlar. Hülasa ya
mahsulü suyla boğuyorlar ya da susuzluktan kavuruyorlar. O sırada uydurduğum “nerede çokluk, orada …luk” şeklinde bir marşı biteviye akşama kadar söylettim.
-
15. Gün: Hayvanlarla ilişkileri daha iyi gibi. İneklerin yedikleri şeyle ürettikleri süt arasındaki ilişkiyi anlayamadığını söyleyen, hatta daha iyi bir
tasarımla süt yerine direk tereyağı ve yoğurt üretilebileceğini söyleyen birkaç geri zekâlı çıktı. Yumurtanın nereden geldiğini öğrenince yumurta yemeyi reddedenleri görmezden geldik.
Hayvanlara tasma ve ad takılmasını yasakladım, ineklere otur-kalk komutları öğretmeye çalışanları ise kendi hallerine bıraktım.
-
30. Gün: Lüzumsuz ve korkak nezaketleri her şeyin gecikmesiyle sonuçlanıyor. Hayvanı tut, balyaya dikkat veya sigortayı kapat gibi basit komutları o kadar
uzatıyorlar ki biri karnına çifteyi, öteki kafasına samanları, sonuncusu da her yerine elektriği yiyor. Telef oranlarının artması neticesi Bey, Hanım ve Lütfen laflarını yasaklamak zorunda
kaldım, “…bilirmisiniz” ekini de iptal ettim. İyidir hot zotluk.
-
60. Gün: Kısmi bir ilerleme kaydettik. Daha az ağlıyorlar ve ben müdürüm diye çalışmaktan kaçanların sayısı azaldı. Gruplara bölüp aralarında rekabet
yaratmak ve en çok ürün toplayan grubu ödüllendirmek planım ise yattı. Her grup çalışmak yerine takım çalışması başlıklı uzun gevezeliklerde ve takım bilincini artıracağız diye patates çuvalı
yarışmalarında kayboldu. Takım ve lider laflarını yasakladım, lider ve müdür karşılaştırması yapanlara tuvaletleri temizlettirdim.
-
100. Gün: Çok bir işe yarıyorlarmış gibi greve gittiler. Cep telefonu ve frappe istediler. Aralarından grev gözcüsü seçmelerini ve ona uymalarını takdir
ettim. Yine de seçim sürecinde uyguladıkları başvuru formu, iş görüşmesi ve referans isteği prosedürleri bazı ciddi hatalar yaptığımızı gösterdi. Sadece grev gözcülerine cep telefonu
verebiliriz fitnemle çabucak parçalandılar, bir sürüsü cep telefonu karşılığı muhbirim olmak istedi. Muhbirlik için başvuru formu talep etmeleri ve özgeçmiş hazırlamaları ertesinde çarşı izni
almak zorunda kaldım.
-
150. Gün: Komşu köylere günübirlik gitmelerine izin vermeye başladım. Lakin köylülerin halayımıza girmeye çalışıyorlar, lehçemizi arsızca taklit ediyorlar
ve organik tarım laflarıyla başımızı ağrıtıyorlar şikâyetleriyle izinleri askıya almak zorunda kaldım. Köylüler nezdinde itibarları biraz artsın diye mezarlığın yıkık duvarını tamir ve camiye
bir şadırvan yapma projem fiyaskoyla sonuçlandı. Duvarı daha elegant dursun diye alüminyum profil ve camdan yapmaya çalışmaları köylüleri çok sinirlendirdi. Köylüler şadırvana sensörlü çeşme
koymalarını takdir etseler de asansör, engelli tuvaleti ve bebek bakım odası eklemeye çalışmalarından haz etmediler. İmamın namazdan sonra bir beddua okuduğu söylentileri kulağıma kadar
geldi.
-
200. Gün: Biraz güneş, biraz yağmur ve çokça açık havayla kendilerine geldiler. Tombalaklıkları azaldı, sürekli işten kaytarmaya çalışmıyorlar, çocukluk
hikâyelerini anlatıyorlar ve uçurtma yapmayı öğrenenler çıktı. Yine de dağıttığım dandirik cep telefonlarının düşük çözünürlüklü kameralarıyla selfie yapmayı sürdürüyorlar. Havaların
soğumasıyla soba yakmayı öğretme çabalarımız sürüyor. Şimdilik donuyoruz deyip durumumuzu özetleyeyim.
-
365. Gün: Çok gururluyum. İlk partiyi bugün mezun ediyoruz. Eğitim kayıtlarını, sosyal medya üyeliklerini, türlü gym-internet sitesi-süpermarket
üyeliklerini iptal ettik. Gardıroplarını, teknolojik aksesuarlarını ve modern mobilyalarını imha ettik, arabalarını da proje yararına sattık. Staj mahiyetinde önümüzdeki 1 seneyi hamal,
marangoz, berber ve tesisatçı olarak geçirecekler.
-
366. Gün: Yeni parti geldi. Kestirme olsun ve kızgınlıkları azalsın diye hepsini köylülere pataklattım.
Write a comment
AA (Monday, 12 January 2015 04:46)
Batı'nın hep daha batıyı öğrenme, hayatına uygulama çabasını, gelişmek istemesinden ve de buna temayülün hava verici olmasından kaynaklı olduğunu düşünerek dünyanın yuvarlak olduğunu da hatırlatmak istedim kendime. Bu hatırlatmanın açık gerçeği şu ki gittiğin yönde ilerledikçe yine aynı yere döneceğimizdir. Temel insani değerlerden ziyade etiketlere dayanan ve de Nasrettin Hoca'nın "ye kürküm ye" fıkrasındaki anafikri ele aldığımda gittikçe kendine, şehrine, komşu şehre ve de ülkesine yabancılaşan bir hale bürünüp yolumuzu sisli havada bulmaya çalışıyoruz. Hani Dallas dizisini izlediğimizde duyduğumuz Türkçe'nin gerçekten Türkçe olmadığı gibi bir durum: Adamlar Türkçe konuşuyor ama Türkçe'de böyle bir konuşma yok ki :). Motomot tercümelerden motomot kopyalanan hayatlara dönüyoruz. Güzel bir veciz söz vardır -kendisinin söylediğini belirten çok kişi bildiğimden kime ait olduğunu belirtemiyorum-. Biz 1 isek. Her yeni eklenen değer 1'in yanına 0 olarak eklenir. Gittikçe değerimiz katlanır. Ama baştaki o 1 yani insanlığımızı, karakterimizi sildiğimizde geriye kalanların kıymeti kalmadığı bir hal olur.
Belirttiğiniz kampların olması dileğiyle selamlar