Yeni Şeyler

Hayırlı Bir İş

 

Herkes dökülüyordu özetle. Oruç tutanlar sigara ve kahve yokluğundan, tutan tutmayan herkes de veritabanı çökmesinden sabahlamaktan hayalet gibi geziyorlardı. Cemil Bey de her şeyden payını almış, yarı yarıya kapalı gözkapaklarıyla “ne halt ediyorum hala burada, emekli olup pişpirik oynasam ya ” diye düşünüyordu. Ama hanımın evde kendini rahat bırakacağı hayli şüpheli göründü gözüne. Hatta evin kalfalığından çıraklığa hızlı bir düşüş ve yaşlandın artık diye dayatılacak diyet yemekler aklına gelince epey de tırstı. En azından burada öğlen yemeklerine karışılmıyordu, işte döner, baklava falan. Evet, burada da karşısında ceketini iliklediği birileri vardı ama karşılığında para veriyorlardı. Üstelik canı istemezse türlü teknik mazeretler ileri sürmek –nasılsa kimse anlamıyordu-, hatta üste çıkmak, mesela eleman istemek, ek bütçe istemek, büyük koltuk istemek falan her an mümkündü. Ya evde? Hanımı ciğerini okurdu onun, suya götürüp susuz getirir, bu arada göbeği ve ortalığı kirletmesi nedeniyle bir ton papara yemiş, sigara içerken yakalanmış, ceza olarak da arkadaşlarıyla görüşmesi bir şekilde engellenmiş olurdu. Yok dedi, iyidir çökük veritabanları, Galatasaray gibi Fenerbahçe deplasmanında değilim en azından.

 

Sorun, her daim olduğu gibi gayet nüfuzlu bir zatın ki bu örnekte kendileri Genel Müdür Beyefendi oluyordu, şirketin Avrupa’daki merkezine raporları göndermeden önce canlı veritabanında bazı “lüzum görülen” değişikliklerin yapılmasını istemesiydi. Genel Müdür Beyefendinin, Avrupa’dan veritabanına bağlanıp raporu kontrol ederler korkusu, bölümün sürekli çalışkanı Seyfi’nin nedendir bilinmez aklını tümden yitirmesiyle birleşince almışlardı evlere şenlik. Bölümün yıllık bütçesinin %5’ini, gelen afili veritabanı danışmanına kaptırdıklarına mı yansın, yoksa adamın ilkokul müdürü gibi yüzünü asıp gözlük sapını çiğneye çiğneye verdiği “pahalı” nasihatlere mi gıcık olmayı sürdürsün ve zamanında tövbe edip elden çıkardığı beysbol sopasının yokluğuna mı yansın bilemedi. Bunlar yetmemiş gibi emekli albay ve İdari İşler Müdürü Hilmi Bey, yüzünde pişmiş kelleden ödünç bir sırıtmayla ve parıl parıl parlayan kundura boyalı saçlarıyla sabah kapısına dayanıp yangın tatbikatlarını ne güzel yaptıklarını söyleyip aynısını veritabanı için de önerivermişti. Emekli albayların sivil hayata karışmasının engellenmesi, orduevinden dışarı salınmamaları ya da en iyisi hiç emekli edilmemeleri şarttı canım. Adamların fabrika ayarı böyleydi, vermeyince mabut neylesin kel Cemil halleri.

 

Biraz seyrelmiş saçlarını karıştırdı, masanın altındaki çöp tenekesine afili bir tekme savurdu, üniversite yıllarından beri asla beceremediği parmak üzerinde kalem çevirme numarasını yine denedi. Kalemin hangi cehenneme düştüğünü ararken en sonunda aklına geldi ve Seyfi’yi çağırtı.

 

- “Seyfi dün mucizeler yaratmışsın” diye başladı Cemil Bey.

 

- “Anlamadım Cemil Bey nasıl oldu, hâlbuki test veritabanında denemiştim” diye üzgün üzgün baktı Seyfi.

 

- “Peki, test veritabanı ile canlı veritabanının versiyonları aynı mıydı?” diye sordu cevabı baştan bilerek Cemil Bey.

 

- “Aynı olması gerekiyordu, gerekmiyor mu?” diye sordu Seyfi, iyice yüzünü yere düşürerek.

 

- “Tamam, baştan alalım” dedi Cemil Bey, “ Seyfi dün mucizeler yaratmışsın”.

 

Seyfi Bey önce bir şeyler demeye niyetlendi, sonra öğlen yemekleri menüsü ceketini süzdü ve sonunda kızara bozara,

 

- “Yaş 37 oldu” dedi.

 

- “Evet” dedi, “Cemil Bey, “ben de 37 yaşında evde devrim yapmaya kalkıp koltuğun yerini değiştirmiş, yetmemiş bir de hanıma bu elbise olmamış deyivermiştim. Olur böyle şeyler 37 yaşında, hele sen 38’inde neler yapacağını bir bilsen, 39’u ise ne sen sor ne ben söyleyeyim!”

 

- “Nasıl yani" deyip afalladı Seyfi.

 

- “Evladım” dedi Cemil Bey, ”37 yaşında olmanla veritabanını dağıtmanın ne alakası var. Ne diyorsun yani. 37’sinde tükettin mi beyin hücrelerini, saldım çayıra Mevla’m kayıra mı, aradığınız aboneye şu anda ulaşılamıyor mu?”

 

- “Yok” dedi Seyfi. “Bir evim, bir de arabam var.”

 

- “Evet” dedi Cemil Bey, “Bizden mi sigortalılar yoksa, şansına küs o zaman. Senin 37’in de gayet ilginçmiş. Şahtın şahbaz olmaya doğru tam sürat diyorsun.”

 

- “Yalnızlık da Allah’a mahsus. Üstelik annemler de …” diye ekleyiverdi Seyfi.

 

- “Bir yerlere geliyoruz galiba, hayırdır” dedi Cemil Bey.

 

- “Finans departmanındaki Figen Hanım var ya” dedi Seyfi.

 

- “Var” dedi, “Bir de müdürleri var hani, Eşref Bey. Sabahtan beri bu raporu veritabanı yokken nasıl alacağım diye başımın etini yiyen.”

 

- “Eşref Beye sormaya çalıştım aslında” dedi Seyfi.

 

- “Figen Hanımın veritabanı olmadan raporu elle hazırlamasının kaç yıl alacağını mı?” diye sordu Cemil Bey.

 

- “Hani” dedi Seyfi, “Hanımefendi bir kişi, güzel de.” Telaşla ekleyiverdi; “ Tabi Allah sahibine bağışlasın. Ama beni görünce de gülümsediydi iki kez.”

 

Cemil Beyi koltuğuna yaslanıp Seyfi’yi süzmeye başladı. 37 yaşındaydı. Biraz kiloluydu, aman Allah’ın verdiğini kuldan mı saklayacağız işte basbayağı şişkoydu. Kravatla gömlek arasında olması gereken ilişkiyi çözememişti yıllarca. Aynı şey ayakkabı ve kemer için de cariydi. Saçları da dökmüştü, sistem odasının soğuğunda sabahlaya sabahlaya. Aklı da öyle donuklamıştı besbelli. Müşterisi zor çıkardı gibi ama kadınlar neye razı oluyorlardı, Cemil Beyin de hiçbir fikri yoktu. Mesela hanımı ne demeye kendini almıştı da başına sarmıştı belayı bilemedi. Mühendis olduğu için değildi herhalde ya da doktor alternatifi olmadığı için. Yine de emekli olma fikrini, ellerini görünüşte nedensiz sallayarak kovdu aklından.

 

- “Tamam” dedi Cemil Bey nihayetinde. “Meramın anlaşılmıştır, daha gitmeye gerek yok. Sana iki gün izin. Bir gününü üzerine bir şeyler almaya harca ve yanında bir bilen götür. Ben Eşref Bey ile bir konuşacağım, bakalım nice ola. Ama sakın, neydi adı, o ayrılan Gülseren Hanıma yaptığın gibi, bir gün öğlen yemeğine çıkıp ikinci gün evlilik falan teklif etmeye kalkma. Manyak olmadığını anlatmak için göbeğim çatladıydı.”

 

- “Elbette Cemil Bey. Nasıl teşekkür edeceğimi …” diye lafı hizaya sokmaya çalışırken Seyfi, Cemil “hadi yallah” deyip konuşmayı nihayete erdiriverdi.

 

Akşam hanımıyla konuştu. Bir yerlerden bulup buluşturup Seyfi’nin fotoğrafını da gösterdi. Hanımı sevap, kör atın kör alıcısı olur, sen gençlik halini şimdi bir görsen … dedi. “Sağ olasın” deyip gözlerini darılmış gibi yana düşürünce ve sevap alacak adam avansıyla bir sigara içme izin bile kopardı, balkonda. Ertesi gün de damlayıverdi Eşref Beyin odasına.

 

- “Hayırdır” dedi Cemil Bey, “öfken burnundan çıkacak. Veritabanını tamir ettik, kimse söylemedi mi sana?”

 

- “Yok ya Cemil” dedi Eşref Bey. “Şu Hilmi’nin işlerinden yaka silktim vallahi!”

 

- “Niye ki”, dedi Cemil Bey, “sabah içtimasına mı çağırdı, nöbet mi kilitlemiş yoksa çarşını mı?”

 

- “Ha ha ha” deyip latifeyi göğsüyle yumuşatıp boşluğa saldı Eşref Bey. “Hani şu yeni alınan çalışma mobilyaları var ya” dedi.

 

- “Var” dedi Cemil Bey, “çalışanlar için çok önemli özellikle hanım çalışanlar için. Hani sizin bölümde biri vardı …”

 

- “İşte, Hilmi sağ olsun, Genel Müdüre yaranmak için onları demonte almış, montajını da biz yaparız deyip servis istememiş. Tasarruf edecek ya aklınca”

 

- “Tasarruf önemli tabi”, dedi Cemil Bey, “ama erkekler bunu beceremez, yanlarına bir hanım lazım.”

 

- “Montajı da Dursun Efendiye bırakmış, sen yaparsın diye. Dursun da ben bu kâğıtlardan ben bir şey anlamadım, ben ağaca ev yapmış adamım bunları mı takamayacağım birbirine diye girişmiş işe.”

 

- “İşe girişmek deyince Eşref, bir elin nesi var iki elin sesi var, değil mi ama” dedi Cemil Bey muhabbeti ana yola sokma telaşıyla.

 

- “Sen Dursun, tut bu vida deliklerini geniş de ve sakızla daralt”.

 

- ” Benim hanım da sakız yapışınca zor çıkar der. Hazır hanım demişken …” diye ümitsizce çırpındı Cemil Bey.”

 

- “Böyle monte ettiği masalardan biri bugün devrildi. Figen Hanımın üzerine. Kadının kaval kemiği çatladı galiba.”

 

- “…..”

 

- “Ne oldu” dedi Eşref Bey, “hanımınla ilgili kel alaka bir şey söylemeyecek misin? Ne beni dinliyorsun ne akla hizmet bir laf ediyorsun”

 

- “Yok” dedi Cemil Bey konuşmanın girdiği mecradan memnun ve şaşkın.

 

- “İşte Figen Hanımı hastaneye gönderdik, röntgen çekecekler, Hilmi çiçekçi arıyor hastaneye acil ziyarete gidecekmiş “insaniyet” hesabı, Dursun da zaten bu ek işler için kimse bana para vermiyor dedi, şimdi kim çıkaracak raporu bugün?”

 

- “Sen merak etme”, dedi Cemil Bey pişkin pişkin gülerek ve “benim çok iyi bir adayım var. Var mı öyle veritabanını dağıtıp beleşten köşeyi dönmek” diye düşünerek.

 

Cemil Bey doğru odasına yollanıp Seyfi’yi çağırdı haybeden izninden. Seyfi raporu tam zamanında bitirip, aferin aldı Eşref Beyden. Cemil Bey, hastane dönüşünde Figen Hanımın Seyfi’nin “kahramanlığını” duymasını sağladı. Teşekkürler, nasılsınız, bizim oralarda da.., hafta sonu ne yapıyorsunuz, biz de Balkanlardan gelmişiz, gerekli gereksiz bir evim bir de arabam var, biraz zaman, biraz tanıma – halleşme, 21 adet uzun saplı gül, Allah’ın emri, Türk kahvesi... Seyfi ne kadar zorlasa da Cemil Bey nikâh şahidi olmayacaktı aslında. Ama hanımı bir iş yaptın bari tam yap deyince oturmak zorunda kaldı masaya ve mikrofona uzatıp kafasını “Evet dedi. Aslında şahitlik kotasından yararlanıp veritabanı danışmanını da çağırdıydı nikâha, ama adam saat ücreti alamayacağını anlayınca gelmedi pek tabi. Seyfi’yi sorarsanız gözleri ışıl ışıl dolanıyor ortalıkta. “Hele sen bir 38’i bekle” dedi Cemil Bey, “patronun kim olduğunu anlayınca sistem odasında çok ararsın uyumayı”.