Yeni Şeyler

BÖLÜM 2: FOTOKOPİ VE SUCUK

 

Epizot 1. Fotokopi Makinesi

 

Bora ve Mete bir yığın kâğıtla fotokopi makinesinin başında bıkmış suratlarla birbirlerine bakmaktadırlar.

 

METE: Soru birader şu; fotokopi neden icat edilmiştir?

BORA: Müdür iş akşama kadar bitecek dedi.

METE: Yanlış. Doğru cevap, “sabrımızı test etmek için” olmalıydı.

BORA: Müdür akşama kadar iş bitecek dedi.

METE: Bence fotokopi denen iş, safi israf. Ne diye hıncını dağdaki gariban ağaçtan alıyorsun, kesip kesip kâğıt yapıyorsun şunun için.

BORA: Müdür bitecek dedi akşama kadar iş.

METE: Taramak diye bişi var abicim. Alırsın son model otomatik bir tarayıcı, koyarsın kâğıtlarını, otomatik tarar geçersin. Fotokopi de neymiş Allah’ını seversen.

BORA: Müdür …

 

Tam o sırada arkalarından Müdürün sesi gelir.

 

MÜDÜR: Ee daha başlamamışsınız. Akşama kadar bitecek demedim mi?

METE: Efendim ısınmasını bekliyorduk da.

MÜDÜR: Tamam, tamam. Az laf çok iş. Hadi.

 

Müdür uzaklaşır ve işe başlarlar.

 

BORA: Dedim değil mi, akşama kadar bitecek diye.

METE: Anladık, anladık. Çok kolay bir işmiş gibi bu külüstürle. (Parmaklarıyla tek tek sayar.) Kâğıdı sıkıştırır, toneri döker, kapağı kapanmaz, durmadan ısınır, bir de bir iş yapmış gibi durmadan sigortası atar.

BORA: Bir iş yapıyor gibi durmadan konuşur mu dedin?

METE: Hah işe, kâğıdı da bitti. Şuradan bir kâğıt kap bakalım canavar. (Makineden bip sesi gelir.) Süper… toner de uyarı verdi. (Fotokopi makinesinden toneri çıkarır, sallar, elleriyle iterek yerine sokar ve kapağını kapatır, son olarak da makineye bir tekme atar. Elleri kapkara işi tamamlar. Sırıtarak Bora’ya bakar.) İşte zafer.

BORA: (Mete’nin ellerine bakarak) Abi niye idari işleri çağırmıyorsun da böyle rezil ediyorsun kendini…bravo valla sana.

METE: Sağol be abicim. Çok takdir ettin işi akşama kadar bitirme çabamı.

BORA: Mete bence şu bahsettiğin otomatik tarayıcı yerine 3 boyutlu yazıcılardan alalım.

METE: Niyeymiş o?

BORA: Kafası çalışan bir Mete basarız. Hem sen rahat edersiz hem biz.

 

Veysel Mete ve Bora’ya yaklaşır.

 

VEYSEL: Abiler kolay gelsin.

BORA: Eyvallah Veysel Dayı.

METE: Kolaysa başına gelsin.

VEYSEL: Ben de size bakınıyordum.

BORA: Hayırdır?

VEYSEL: Şimdi bizim bir abi sucuk yapıyor memlekette. Ama ne sucuk: baharatı-sarımsağı tam yerinde, et desen organiğe beş basar.

METE: Eee ne yapalım. Arayıp tebrik mi edelim amcayı?

VEYSEL: Yok, şimdi bana da gönderdi az bir şey. Tanıdıklara falan şey edeyim diye. Benim de aklıma hemen siz geldiniz.

METE: Geldiğin yöne bakılırsa İdari İşlerden sonra hemen gelmişiz aklına.

VEYSEL: Çoğunu sattım zaten, siz de ister misiniz diye soracaktım.

BORA: Kaç para?

VEYSEL: Kilosu 50 lira, valla hiçbir yerde bu fiyata bulamazsınız.

METE: Tavuk katmıştır o amca içine, tavuk.

BORA: İyi bana 2 kilo getir o zaman.

VEYSEL: Hemen getiriyorum Bora Bey. Ha, acelesi yok, aybaşında ödersin.

METE: Ben istemem, çok kokutuyor sonra.

VEYSEL: Hem elin yüzün kapkara hem de koku bana yakışmaz diyorsun yani. Valla sen bilirsin Mete Bey. Hadi bana eyvallah.

METE: Laf mı soktu bu bana?

BORA: Dedim sana, 3 boyutlu yazıcı lazım bize. Sen de rahat et biz de.

 

Epizot 2. Ofis ve Meltem

 

Bora masasındadır, Mete ortalıkta yoktur. Meltem, Bora’nın masasına yaklaşır.

 

MELTEM: Pardon rahatsız ettim.

BORA: Buyurun?

MELTEM: Biraz önce beraber fotokopi çektiğiniz biri vardı ya, nasıl bulabilirim onu?

BORA: Mete mi? İzin alıp bankaya gitti. Bugün dönmez.

MELTEM: Tamam, teşekkür ederim.

BORA: Kim sordu diyeyim?

MELTEM: Gerek yok, ben yine uğrarım. (Meltem uzaklaşır.)

 

Yan masadan konuşmaya kulak misafiri olan Ekrem başını uzatır ve konuya girer.

 

EKREM: Nedir, yürekten gelen bir pır pır sesi mi duyuyoruz?

BORA: Yok be abi… de kim bu kız biliyor musun?

EKREM: İnsan kaynaklarına yeni alınan kız olmalı. Dur bakayım e-postayla işe başladığını belirtmişlerdi. (Elindeki mobil cihazı karıştırır.) Hah, Meltem.

BORA: Eyvallah abi. Şimdi Mete sorar falan…

EKREM: Tabi tabi. Şimdi sen beni dinle hele. Öncelikle bu işler önemli işlerdir.

BORA: Hangi işler abi?

EKREM: Anlamaz ayağına yatma da dinle, gönül işleri elbette evlat. Böyle durumlarda ağzı açık ayran budalası gibi davranmayacaksın. Biraz ağırdan alacaksın.

BORA: Abi neyine ağır alayım, kız Mete’yi sordu, beni değil.

EKREM: Bak işte kız ödevini hakkıyla yapıyor, senin yanına gelip başkasını soruyor, piyasayı kızıştırıyor. Ağırdan almak en çok da burada işe yarar.

BORA: Nasıl yani?

EKREM: Öyle hemen atlama, hiç ilgilenmiyormuş gibi yap. Mesela bir daha gelirse hiç yüzüne bakma. Duymazdan gel, ne diyorsa bir kez daha söylemesini sağla. Kızlar eyvallahı olmayan erkekleri merak eder.

BORA: Peki abi.

EKREM: Yavaş hareket et, yavaş otur, yavaş kalk, yavaş yürü. Ne kadar yavaşsan o kadar ağırbaşlısın demektir. Mesela yanına mı gitmen gerekiyor, yavaşça git. Kızlar ağırbaşlı erkeklerle ilgilenir.

BORA: Olur abi.

EKREM: Zamanı gelince, bir şey vererek gönlünü çel. Hediye gibi değil de öylesine veriyormuş gibi yap. Süslü püslü bir şey hediye etme ama, işe yarar bir şey ver, mesela yiyecek-içecek bir şey al. Kızlar bonkör ama gerçekçi erkeklere güvenir.

BORA: Yiyecek-içecek bir şey diyorsun.

EKREM: Son kural; kol gücü gereken bir şey varsa hemen atıl, yardım et. Mesela paket mi taşınacak, masa mı kaldırılacak, sıkışmış kapı mı açılacak hazır ve nazır ol. Niye çünkü kızlar güçlü erkekleri sever.

BORA: Kol gücünü kullan…. Anladım abi, sağol.

EKREM: Hadi bakalım .(Ekrem’in telefonu çalar, telefonunu açıp Bora’dan ayrılır. Ayrılırken kısılan bir şekilde şunları söylediği duyulur.) Tabi canım, olur hayatım, derhal bir tanem.

 

Veysel gelir.

 

VEYSEL: (Boranın masasının önünde durur ve bir torba uzatır.) İşte geldi halis-muhlis köy sucuğunuz.

BORA: Sağol Veysel Dayı… ya sen bilirsin, şu Meltem Hanım İnsan Kaynaklarında mıydı?

VEYSEL: Evet. Niye sordun ki, sucuk mu istiyormuş?

BORA: Niye sordum? Evet…Şimdi şey olmuştu da… Yani ne bileyim, belki ister.

VEYSEL: (Söylenerek uzaklaşır) Tümden sucuk işine mi girsem ne. Şimdi sermaye için evi ipoteklesem, hanımın da bileziklerini bozdurursak …

 

Epizot 3. Akşam Evde

 

Bora kapıyı açar, eve girer. Biraz düşüncelidir. Babası gazete okumakta, annesi de akşam yemeği için masayı kurmaktadır.

 

ANNE: Hadi hemen elini yıka, yemek hazır.

BORA: Tamam anne.

ANNE: Sen hem niye geç kaldın bugün? Elindeki paket de ne?

BORA: Sucuk aldım biraz, yarın kahvaltıda yeriz diye… Serviste biraz bunaldım, erken inip yürüdüm, hava aldım.

ANNE: Hayırdır inşallah. Ceketini asmaya, akşam yatmaya, yatağını toplamaya üşenen sen servisten inip yürüdün öyle mi? O sucuk da nasıl kokutur şimdi evi.

BABA: Rahat bırak oğlanı hanım, belli ki bir şeyler düşünmüş çocuk.

ANNE: Hasta mısın yoksa? O kadar evde terliğini çıkarma diyorum. Gel bakayım ateşin mi var?

BORA: Anne yok ateşim-mateşim, azıcık yürüdüm o kadar.

ANNE: Bak, yine çocuk gibi öğlen yemeğini bisküviyle geçiştirdiysen hakkımı helal etmem ona göre.

BORA: Valla yedim anne, hatta pırasalı bir şey vardı onu bile yedim.

 

Anne mutfağa gider. Bora ve babası masaya otururlar ve konuşmaya başlarlar.

 

BABA: Eee nasıldı işler bugün ofiste?

BORA: İyiydi işte, fotokopi çektik zilyon tane, dosyaladık, silip-süpürdük, bunun için üniversite okumaya ne gerek var dedik, falan filan.

BABA: Böyle küçük küçük başlar sonra artar sorumlulukların merak etme. Serviste mi canını sıkan bir şey oldu?

BORA: Yok ya Fener bize yeter, bizde gam-tasa ne gezer.

BABA: Ee iyi o zaman, sen yürüdüm deyince …

BORA: O değil de baba, sen annemle nasıl tanışmıştın, bir anlatsana.

BABA: Hah konu anlaşıldı şimdi. İyi anlatalım bakalım. Bizim aileler birbirini tanıyordu memlekette. Ben de bir-iki görmüştüm anneni yalan söylemeyeyim.

BORA: Sonra?

BABA: İşin esasında işe başlayınca rahmetli anacığım bir-iki yokladı beni, birileri var mı gönlümde falan diye. Sonra baktı bende bir şey yok, işi ele aldı.

BORA: Nasıl yani?

BABA: Ben de anlamadım önce. Eve gelenlerin sayısı epey bir arttı. Ne bileyim, meğer iş pişiriyorlarmış. Derken bir gün anacığım beni anneannenlere gönderdi. İşte oğulları yokmuş da, biraz odun kesilecekmiş de, bir de taşınacak bir dolap varmış da, Allah rızası için yardım edecekmişim de. Hepsi dümenmiş meğer.

BORA: Sen ne yaptın peki?

BABA: Ne yapacağım, sabahın köründe giydim eskilerimi gittim. Akşama kadar odun kesip, bir de eşek ölüsü bir dolabı bir odadan öbürüne taşıdım. Serde delikanlılık var tabi, taşı sıksam limonata.

BORA: (Söylenir.) Güçlü erkek ve kötü espri… yine de ilginç.

BABA: Nasıl? … Neyse. İşte o işleri yaparken de anneni yanıma gönderdiler su verme bahanesiyle. Esas maksat birbirimizi görelim. Ama ben öyle işe dalmışım ki annenin geldiğini fark etmedim bile. Bana seslenmiş iki kez, duymamışım. Sonra önüme sürahiyi lank diye bırakıp gidince anladım tabi.

BORA: (Söylenir.) Eyvallahı da yokmuş… gibi gibi… enteresan.

BABA: Duymazdan gelmiş gibi olmuştum. Ayıp olmasın diye arkasından seyirttim ama, odun kesmekten bacaklarım uyuşmuş. Yetişemedim anlayacağın.

BORA: (Söylenir.) Hareketler yavaş, ağırkanlı hesabı. Formül doğru galiba.

BABA: İşte bir-iki, bizi teyze kızlarıyla falan dışarı gönderdiler. Bir gün de anacığım bir çorap almış, götür bunu hediye olarak ver dedi. O zamanlar çorap kıymetli bir şey ha. Veremem, utanırım falan dedim ama anacağımın ağzından laf bir kere çıkardı, ölse geri adım atmazdı. Mecbur, kızara bozara verdim.

BORA: (Söylenir.) İşe yarar bir hediye…bonkör ve gerçekçi…

ANNE: (Bir tencereyle birlikte masaya gelir ve servis yapmaya başlar.) Ne konuşuyorsunuz öyle pısır pısır, biz de duyalım.

BORA: Önemli bir şey değil anne, babama nasıl tanıştığınızı sordum da.

ANNE: Hayırdır, eve yürürken bu mu geldi aklına?

BORA: Yok be anne, sohbet sohbeti açtı işte.

ANNE: Kesin öyledir… Ne anlattı yine odunculuk hikâyesiyle elime tutuşturduğu çorabı mı?

BORA: İşte bahsetti biraz.

ANNE: İyi bir de benden dinle o zaman. Ekim başıydı hiç unutmam. Annem dedi ki biri odun kesip,- bir dolap vardı-, onu taşımak için yardıma gelecek. Ne bileyim ben de bir amele gelecek sandım. Neyse geldi bu baban, üstü dökülüyor. Akşama kadar iki odunu zor kırdı, o da yamuk yumuk. Dolap da sadece bir odadan bir odaya taşınacak. Hem bütün duvarı çizdi, hem de dolabın bir tarafını çökertti. Bir yandan kızıyorum, bir yandan da yazık ameleye, gariban, ekmek parası diye düşünüyorum. Hayrına bir su vereyim dedim. Gittim yanına, su, su diyorum duymuyor mübarek. Hah dedim hem de sağır. Suyu bırakıp döndüm, baktım arkamdan gelmeye çalışıyor, ama yampiri yampiri. Bu yaşta kocamış dedim, ayakları da sakat.

BORA: Aynı olayı anlattığınızdan emin misiniz?

BABA: Annen işte, sürekli beni rezil edecek ya.

ANNE: Ne münasebet, eksiği var fazlası yok. Neyse. Baban gittikten sonra annem yanıma geldi, beğendin mi çocuğu dedi. Ne beğeneceğim Allah’ın amelesini diyecektim ki o zaman anladım niyetin başka olduğunu. Anne dedim, bunun elinin ayarı yok, sakar, hem sağır hem de ayakları tutmuyor. Hiç unutmam annem dedi ki; babanla evlendiğimde daha matah bir şeydi mi zannediyorsun, kadının görevi erkeği çocuk olarak alıp adam etmektir. Ne diyeyim, bir şey demedim.

BORA: (Söylenir.) Evet farklı bir bakış açısı … bu da enteresan.

ANNE: Sonra teyzelerini yanımıza katıp dışarı gönderdi bizi üç kez. Babanla biraz vakit geçirip birbirimizi tanıyalım diye. İşte gidiyoruz bir pastaneye. Muhallebi, gazoz, ama babandan bir tek laf çıkmıyor. Sağırlığına dilsizliği de eklendi böylece. Anneme dedim ben böyle birini ne yapacağım bir ömür. Ağzını açıp bir çift laf etmiyor. Annem dedi ki konuşmayı da sonra öğreniyorlar merak etme. Peki dedim, ne diyeceğim.

BORA: Sonra?

ANNE: İşte sonra bir gün yine dışardayız teyzelerinle. Bana elindeki bir paketi uzatmış al, al diyor. Meğer hediye veriyormuş garibim.

BABA: Amma abarttın be hanım.

ANNE: Az bile dedim. Hediye dediğin de çorap. Üstelik numarası büyük, rengi de karga siyahı. Babaannen almışmış, şimdi rahmetlinin arkasından bir şey söylemeyeyim. İşte gel zaman git zaman, kısmetmiş, evlendik.

BORA: Ben sanırım senin versiyonunu anlamamış gibi yapacağım Anne. İşime gelmedi.

ANNE: Gelse şaşardım zaten babası kılıklı. Hadi hadi, çorbanı soğutma.

 

Epizot 4. Ertesi Gün Ofiste Bora ve Veysel Dayı

 

Bora masasında oturmaktadır. Veysel Dayı elinde bir torba sucukla diğer masalara uğraya uğraya Boranın masasına gelir.

 

VEYSEL: Ne yaptın, bitti mi sucuklar Bora Bey?

BORA: Veysel Dayı, daha dün verdin 2 kilo sucuk. Hangi ara bitirecektik, uyumamız falan da gerekiyor yani.

VEYSEL: Ama nasıl tadı? Lokum gibi değil mi?

BORA: Valla sabah bir kangalı yedik. Annem bir tuhaf kokuyor dedi. Babam sen ne anlarsın sucuktan dedi. Bana da biraz fazla baharatlıymış gibi geldi.

VEYSEL: İyi işte Bora Bey, baharatından kaçmamış yani. Kolestrole de iyi geliyormuş diyorlar. Canan Karatay’a da göndereceğim bir kangal, televizyonlarda söylesin herkese, sevap. Bizim hanım her sabah yapıyor valla.

BORA: Sahi Veysel Dayı, sen nasıl evlendin yengeyle?

VEYSEL: Yeğenim o işler eskiden böyle değildi. Şimdi köyde Demircilerin Fatma vardı. Benim nenemin kardeşinin torunu. Epeydir gözüm de kesiyordu da, bir fırsat bulamamıştım. O gün tarladakilere ayran aşı çorbasıyla ekmek getireyim diye babam beni eve gönderdi. Rahmetlik anam hepsini hazırlamış, ben de eşeğe yükledim, getiriyorum. O zaman öyle traktör-kamyon çok yok, olan atla taşıyor yükünü, olmayan bizim gibi fukara da eşekle artık ne taşıyacaksa. Şimdi öyle mi? Kimse eşeklerin yüzüne bile bakmıyor artık. Köyde mal mal dolanıyorlar, anca yazın çocuklar biniyor, sayıları da azaldı hani.

BORA: Sen de eşeğe ters binmiştin tabi.

VEYSEL: Nasıl, nasıl?

BORA: Sen de Fatma teyzeyi gördün diyordum.

VEYSEL: Yok yok kimseyi görmedim, öyle kös kös gidiyorum tarlaya güneşin altında. Sonra işte çorbayla ekmeği dağıttım herkese, bir sigara tellendirdim babam görmesin diye uzakta, duruyorum. O sırada Fatma geldi. Eşeğe iki tane koca balyayı yükleyecek. Hemen koştum yardımına. Ben de o zaman taşı sıksam suyunu çıkarırım yani.

BORA: (Söylenir.) Güçlü adam yani… Allah’ım teori doğrulanıyor galiba.

VEYSEL: Fakat balyayı çok büyük yapmışlar. Kaldır kaldır kalkmıyor. Bu Fatma da dalyan gibiydi maşallah. O da bir el attı, beraber yükledik.

BORA: (Söylenir.) Tamam yani, kadının da güçlü olması teoriye halel getirmez herhalde… (Veysel Dayıya döner ve sorar.) Sonra?

VEYSEL: Sonra ne olacak Fatma gitti, ben de ağır ağır bizim tarlaya döndüm.

BORA: Ağır ağır döndün yani?

VEYSEL: Ağır ağır döndüm tabi. Hızlıca dönsem babam beni yine bir işe koşacak.

BORA: (Söylenir.) Tamam işte yavaş hareketlerle dönmüş diyelim. Veysel Dayının kurnazlığına kurban etmeyelim güzelim teoriyi. (Veysel Dayıya döner ve sorar.) Peki Fatma Teyzeye hediye falan verdin mi?

VEYSEL: Bacımla bir başörtüsü gönderdiydim sonra, ama vardı mı bilmiyorum. Bacımda daha sonra ona çok benzer bir örtü gördüydüm. Valla verdim abi deyince de çok kurcalamadım.

BORA: (İçinden söylenir.) İşe yarar hediye … Süper gidiyoruz. (Veysel Dayıya döner ve sorar.) Eeee, sonra ne oldu?

VEYSEL: Sonra Ayşe’yi kaçırdım. Üç çocuğumuz oldu, ellerinden öperler Bora Bey.

BORA: Hoppala Ayşe de kim, Ayşe de nereden çıktı Veysel Dayı? Hani Fatma teyzeden bahsediyorduk.

VEYSEL: Haa, Fatma’yı babası bana vermedi. Bizimkiler zamanında abisine halamı vermemişler.

BORA: Peki Fatma Teyzeye ne oldu?

VEYSEL: O da sonra Gariplerin Küçük Ali’sine kaçtı. Fatma’nın yarı boyunda ya vardı ya yoktu.

BORA: Üzüldün tabi biraz?

VEYSEL: (Güler.) Yok ya. Bu Fatma Ali’yi her gün dövüyordu. Başörtüsünü de kasabadaki parkta bulmuştum zaten.

BORA: (İçinden söylenir.) Şöyle açılıp açılıp ağzının ortasına …, yıktın attı teoriyi ya …(Veysel Dayıya dönüp hızlı hızlı konuşur.) Sağol Veysel Dayı, şimdi müsaadenle biraz çalışayım. Müdür yine habersiz baskınlarından falan yapar, durduk yere fırça yemeyelim.

VEYSEL: Sizin müdürü de kimse pek sevmiyor diyorlar. Sucuk da almadı zaten.

BORA: Hadi selametle Veysel Dayı.

VEYSEL: Sucuğun lokum gibi olduğunu arkadaşlarına anlat Bora Bey. (Söylenerek uzaklaşır) Ayşe’nin bütün bileziklerini yatırdık bu işe.

BORA: Olur olur Veysel Dayı, selametle, selametle…

 

O sırada Mert, Boranın arkasındaki masada oturan Ekrem’e yaklaşır ve konuşmaya başlar. Bora da kulağının kenarıyla dinler.

 

METE: Ekrem abi, şu geçen bizdeki büyük zımbayı alan kız kimdi? Hani muhasebeden?

EKREM: Hangisi? Şu kalbini güp güp attırıp, elini ayağına dolandıran ve ben getiririm ben veririm diye koştura koştura zımbayı getirdiğin ve verdiğin kız mı?

METE: Abi detaya gerek yok. Bir insanlık yaptık işte.

EKREM: Eee, ne yapacaksın kızı?

METE: Yok, şimdi zımbayı hala getirmedi de, bir sorayım dedim telefonla, ama ismini bilmeyince, rehberde de numarayı bulamıyorsun tabiatıyla.

EKREM: Eee, zımbayı ne yapacaksın?

METE: Şimdi müdür sorar morar da bir tatsızlık çıkmasın diye.

EKREM: Duygu.

METE: Yok abi ne duygusu, kızlara eyvallahı olmaz delikanlı adamın.

EKREM: Kızın adı Meteciğim.

METE: Sormadım adını tabi o sırada, ağır adam olacaksın Ekrem abi.

EKREM: Duygu.

METE: Hem zımbayı da verdik zaten, bir kıyağımız geçmiş oldu, icabında işe yarayan bir hediye sayılır.

EKREM: (Sesini yükseltir.) Duygu.

METE: Abi, baştan başlatma konuşmayı. Bozar bizi duygu-muygu.

EKREM: (Bağırır) Kızın adı Duygu Mete, kızın adı D-U-Y-G-U.

METE: Abicim öyle desene ya

BORA: (Söylenir.) Korkmalı mıyım? Mete de aynı teoriyi anlatıyor. Allah’ım sen yardım et, vallahi sadaka vereceğim.

EKREM:.(Ekrem’in telefonu çalar, telefonunu açar ve bağırarak “Alo” der.) Yok karıcığım, hiç sana bağırır mıyım? (Ters ters Mete’ye bakar.) Burada bir andaval var da…(Mete’ye eliyle naş naş işareti yapar.) olur canım, olur hayatım, derhal bir tanem…

 

Epizot 5. Yine Ofis ve Yine Meltem

 

Bora ve Mete masalarında oturmaktadırlar. Birden yanlarında Meltem belirir.

 

MELTEM: Hah gökte ararken yerde bulduk süpermeni.

METE: Ne oluyor abi ya?

BORA: (Meltem’in geldiğini fark etmemiş gibi yavaşça diğer yana döner. Çaktırmadan kısık sesle Mete’ye söyler.) Hani dün biri geldi seni sordu demiştim ya.

METE: Hah Meltem Hanım. Eee buyurun, kapımıza kadar gelmişsiniz. Neyi kurtaracağız?

MELTEM: Bizi.

METE: Anlamadım.

MELTEM: Bir daha o fotokopi makinesine tekme atmazsanız, sizden sonra çalışmaya çalışanların işleri de berbat olmaz diyorum.

METE: Anlamadım durumu hala geçerli.

MELTEM: Dün sizden hemen sonra bir raporu renkli olarak çoğaltmaya geldim. Acil, önemli.

METE: İşte ben de bizden sonrakiler rahat etsin diye küçük bir operasyonla fotokopi makinesini işler hale getirdim.

MELTEM: Halt etmişiniz diyelim.

METE: Nasıl yani?

MELTEM: Sizin düzeltme faaliyetleriniz yüzünden fotokopi makinesi, teknisyen gelene kadar bir saat çalışmadı. Raporu dandirik siyah beyaz yazıcıdan çoğaltmak zorunda kaldım. Acil ve önemli iş oldu mu lüzumsuz ve pespaye bir iş. Çömeziz diye yediğimiz zılgıt da cabası.

METE: İyilik yaramıyor kimseye vesselam.

BORA: (Meltem’in yüzüne bakmadan uzaklara bakarak yavaş yavaş konuşmaya başlar.) Aslında beni bir önerim vardı da Mete Bey kabul etmedi.

MELTEM: Kiminle konuşuyorsun, kapıyla mı? Neymiş önerin, merak ettim.

BORA: (Yine ağır ağır Meltem’e döner) İşte 3 boyutlu yazıcı alacaksın…

METE: Ooooo yine mi aynı geyik ya. Behlül kaçar o zaman.

 

Mete gider, Meltem güler.

 

BORA: (Yavaş hareketlerle elini uzatır.) Bu arada ben Bora.

MELTEM: Sen de biraz spastiklik mi var? Ağır çekim filim seyrediyormuş gibi oluyorum. Neyse ben de Meltem, hoş öğrenmişsin adımı çoktan.

BORA: (Kendi kendine konuşur.) Allah senin belanı vermesin emi Ekrem abi. Baba senin de alacağın olsun. (Normal konuşmasına döner.) İşte Mete’ye söyleyeyim diye sormuştum birilerine.

MELTEM: Sucukçu amcaya mı? Sabahtan beri gördüğü her yerde sucuklarını anlatıyor bana.

BORA: (Eliyle masasındaki içinde sucuk olduğu belli olan pakete uzanır ve Meltem’e verir.) Güzel sucuktur, ben kefilim. Bende bir tane fazla vardı. Size vereyim.

MELTEM:  Iyyy, ne yapacağım ben sucuğu. Pis pis kokar. Oldu olacak bir de uzun eşşek oynayalım şurada, tam olsun. (Söylenerek gider.) Hem spastik hem kazma….

BORA: (Kızarır ve söylenir.) Allah sen sürüm sürüm süründürmesin Ekrem abi, Allah müstahakkını versin Ekrem abi, Allah seni bildiği gibi yapsın Ekrem abi, sen de Osmanlıcayı anca rüyanda gör baba, ana gibi yar, Bağdat gibi diyar …

 

Mete yaklaşır.

 

                           METE: Gitti mi o deli? Elindeki ne?

                           BORA: Sucuk, al senin olsun.

 

Mete bir an düşünür, sonra sucuğu alır ve koşarak uzaklaşır. Veysel aniden Bora’nın yanında belirir.

 

VEYSEL: Bora Bey bir bakar mısın?

BORA: Bi dur Veysel Dayı ya, bitmedi daha sucuklar.

 

Fotokopi makinesinin yanına gider ve başını ellerinin arasına alıp durur. Birazdan Mete elinde zımbayla gülerek Bora’nın yanına gelir. Veysel de Bora’ya yaklaşır.

 

VEYSEL: Bora Bey, bakabilecek misin şimdi?

BORA: Hah, e-e-evet. Ne vardı Veysel Dayı.

VEYSEL: O verdiğim sucuktan yedin mi?

BORA: Niye? Çeyize mi koymalıydım?

VEYSEL: Yok da Belediye bizim arkadaşın sucuk yerini basmış...

BORA: Eeee..

VEYSEL: Sucuk yapmak için izin almak gerekiyormuş demişler.

BORA: İyi, ne yapalım? (Güler.) İzinsiz sucuk yedik deriz biz de.

VEYSEL: Bir de sucukları analize göndermişler, bugün de sonuçları gelmiş. Arkadaş aradı.

BORA: Ne diyormuş analizde?

VEYSEL: Tek tırnaklı.

BORA: O da ne.

VEYSEL: İşte bildiğin eşek. .. (Sessizlik) Neyse ki daha parayı vermemiştin, hiç zararın yok.

MERT: (Bağırır.) Hay şansıma.

VEYSEL: Ne oldu ki Mert Bey.

MERT: Daha ne olsun, her şey oldu, her şey oldu.

VEYSEL: Ne diyor bu Bora Bey? Ben bir şey anlamadım.

BORA: (Güler) Diyor ki Uzun Kulakların Duygu, buna bir ton kötek atacakmış.

MERT: Abicim bi dur ya.

BORA: (Kahkaha atar. )Dedim ben sana alalım 3 boyutlu yazıcılardan

 

Mert koşarak uzaklaşır. Meltem, Bora’ya yaklaşır.

 

                           MELTEM: Ben suşi severim.

 

Meltem gider. Bora gülümser.

 

BİTTİ