BÖLÜM 1: PAZARLIK
I. Okul
Köşe başına açılan nevzuhur üniversitelerin birindeyiz. Bora bu üniversitede çalışanlar için açılmış bir MBA programına kayıtlıdır. Okulun parasının bir kısmını ailesi ödemektedir. İş çıkışı derse gitmiştir. Sınıf küçücüktür ve içerdeki 3–5 öğrenci mevcuttur. Hoca ayakta ders anlatmakta, Bora da not almaktadır.
HOCA: Arkadaşlar, şirketlerin temel gayesi kâr etmektir.
BORA: (Yazar.) … dinleri-imanları paradır.
HOCA: Ancak bunu tek başlarına yapamazlar.
BORA: (Yazar.)… lakin beceriksizdirler.
HOCA: Bunun için paydaşlara ihtiyaç duyarlar.
BORA: (Yazar.)… paytak paydaşlar.
HOCA: Mesela sağlayıcıları, müşterileri, çalışanları gibi.
BORA: (Yazar ve sorgular.)… çalışanları gibi? (Hocaya döner.) Hocam öğrenciler de okulun paydaşı sayılır mı?
HOCA: Elbette öğrenciler de birer paydaştır.
BORA: (Yazar.) … ben de paydaşım, artık neyi paylaşıyorsak, sana sevdanın yolları, bana kör kurşunlar herhalde.
HOCA: Bora içinden yazar mısın?
BORA: (Yazar.) … yazarım.
HOCA: Hiçbir şirket sadece kendi kârını gözetemez, paydaşlarını da düşünmek zorundadır. Aksi halde paydaşlarıyla uzun vadeli bir ilişki sürdüremez, yalnızlaşır.
BORA: (Söylenir.) … yalnızlık Allah’a mahsustur.
HOCA: Bunun için de kazan-kazan modelleri geliştirmek zorundadırlar.
BORA: Peki ya kazı-kazan?
HOCA: Bora sus.
BORA: (Yazar.) … Bora, kapa çeneni.
HOCA: Kazan-kaybet modellerinin ise uzun vadede kaybet-kaybetle sonuçlanacağı neredeyse kesindir.
BORA: (Yazar.) … tabi, kazı ve genellikle de kaybet, bir daha da tövbe kazı- kazana.
HOCA: (Hoca Bora’nın yanına gider.) Peki Bora, bir kazan-kazan örneği ver bakalım.
BORA: Şimdi hocam. (Düşünür.) Mesela siz dersi anlatıp para kazanıyorsunuz. Ben de dersi dinleyip bilgi kazanıyorum.
HOCA: Kazan-kaybet?
BORA: Derhal, siz dersi anlatıp para kazanmaya devam ediyorsunuz ben dinlemeyip hem zamanımı hem de paramı kaybediyorum.
HOCA: Güzel. Peki, uzun vadede bu nasıl kaybet-kaybet oluyor?
BORA: Benden bir halt olmayacağını anlayan peder bırak şu okul işlerini diyor, okul da para alamayınca sizi işten çıkarıyor.
HOCA: Sonuç?
BORA: Dersi dinlemek lazım, eğitim şart.
HOCA: Basit ve güzel bir cevap.
BORA: Ya da … (Düşünür.) Siz bana dersi anlamasam da sınavda bol keseden not veriyorsunuz ve kazan-kaybetten yine kazan-kazana dönüyoruz.
HOCA: Ama uzun vadede?
BORA: Ama bu numara bir yerden kesin patlıyor.
HOCA: Sonra?
BORA: Yine peder, yine kaybet-kaybet.
HOCA: Evet.
BORA: Fakat pederin de bir şekilde kazanmasını sağlarsak…
HOCA: Nasıl?
BORA: Mesela okuldan ucuza Osmanlıca dersi ayarlarsak, pek bir meraklı bugünlerde.
HOCA: Göz mü yumar okulda başarısız olmana?
BORA: Yummaz da… Osmanlıcadan kesin çakacağı için… Sırça köşkte oturan komşusuna taş atmaz hesabı.
HOCA: Anlamadım.
BORA: Yahu daha kulanım kılavuzunu sökemiyor, paso beni çalıştırıyor her Internetten, telefondan ne işe yaradığını bilmediği bir zamazingo aldığında.
HOCA: Ama daha uzun vadede?
BORA: Ama, annem faktörü var tabi. Sonra ikimizin de canına okuyor.
HOCA: Sonra?
BORA: Sonrası işte kaybedenler kulübü, üstüne de pederin “nereden üye ettin beni bu kulübe” diye ilave afrası-tafrası.
HOCA: Dönelim konuya. Peki, paydaşlar birbiri hakkında her şeyi bilemeyeceğine göre kazan-kazanın sadece bir tarafın işine yaramadığından nasıl emin olabilirler?
BORA: Valla annem içimizi kitap gibi okur. Gözümüzden, terimizden, başka bir yere bakmamızdan şıp diye anlar. Peder dersen, maço erkek ayağına her şeyi olduğu gibi anlatır, “bana hesap sorulamaz” falan der, anneme de “aha senin oğlun” deyip ihaleyi tümden bana yıkar.
HOCA: Neyse Bora, annenleri evde bırakıp şirketlere dönelim. (Yerine döner ve yine tüm sınıfa konuşur.) Şirketler ve paydaşları, kazan-kazanın sadece bir tarafın işine yaramadığından pazarlıkla emin olurlar. İşte anahtar kelime: (Tane tane söyler.) PA-ZAR-LIK.
BORA: (Söylenir.) Annemle pazarlık falan yapılmaz zaten, her istediğini istediği şekilde alır. İyi oldu evde bırakmamız.
HOCA: Şirketler sağlayıcılarıyla girdi maliyetleri, işçileriyle ücretleri ve müşterileriyle de fiyatları üzerinden pazarlık yapar.
BORA: (Söylenir.) Peder hiç pazarlık yapmaz. Uyuyorsa alır, yoksa almaz. Annem ise alacağı olmasa da spor niyetine pazarlık yapar.
HOCA: Pazarlık sonucu tarafların uzlaştığı nokta kazan-kazan noktasıdır. Aksi halde uzlaşmazlar ve serbest piyasada başka paydaşlar arayıp bulurlar.
BORA: (Kısık sesle söylenir.) Valla bizim peder kimseyi arayıp-sormaz ve bulmaz, kös kös eve geri döner. Annem ise çarşının altını üstüne getirir, esnaf illallah deyip verdiği paraya razı olur, ama o başka bir şey alıp esnafa da söylene söylene eve döner.
HOCA: Son olarak uzlaşma noktasını tarafların ihtiyaçları, yani pazarlık yapılan metanın taraflar için kıymeti de etkiler. Malın ya da hizmetin değeri herkes için ya da her durumda aynı olmayabilir. Eğer sunulan mal ya da hizmet alıcı için görece değerliyse uzlaşma daha yüksek bir fiyatta gerçekleşebilir.
BORA: (Yazar.) … ihtiyacın çoksa veya onsuz yapamıyorsan paraya kıyacaksın.
HOCA: Bugünlük bu kadar çocuklar, sonraki ders pazarlık stratejilerine göz atacağız.
Herkes ayaklanır. Okul ve iş arkadaşı olan kankası Mete Bora’nın yanına gelir.
METE: Bora bir daha derste annen-babandan bahsedersen seni dövmeye karar verdik, bilgine.
BORA: Peh. Annem hepinizi döver, üstüne de bana girişir nereden buluyorsun bu bitli arkadaşları diye. Annemle kazan-kazan olmaz hacı, sadece ne kadar kaybedeceğin insafına göre değişir, ona göre.
II. Ev & Pazar Yeri
Akşam olmuş, Bora eve gelmiştir. Babası koltukta gazete okumaktadır. Bora ceketini asarken annesi elinde pazar torbalarıyla eve girer.
ANNE: Ellerim koptu, her şey de ateş pahası.
BORA: Anne, niye beni beklemiyorsun? İş dönüşü beraber gitsek, sen söylenmesen, ben vicdan azabı duymasam...
ANNE: Ohoo, işten dönüşünü beklersek ancak içi geçmiş sebzelerle, dışa dönük meyveler bulabiliriz oğlum.
BORA: Dışa dönük derken?
ANNE: Bildiğin çürük işte, içi dışına çıkmış.
BORA: Eee babamla gitseydin?
ANNE: Ne gideceğim onunla? Kimden yana belli değil, pazarlık etme deyip duruyor.
BABA: Hanım, adamlar sabahın köründen saat bilmem kaça kadar rızıkları için didinip duruyorlar. N’olur sanki daha az pazarlık etsen?
ANNE: Duyan da gâvurun parasını harcıyoruz zannedecek. O paralar kolay mı kazanılıyor Ahmet Bey?
BABA: (Gazeteye gömülür.)
BORA: Pazar arabasını götürseydin bari?
ANNE: Onun tekeri kopuk, baban 2 haftadır tamir edecek güya.
BABA: (Gazeteye iyice gömülür.)
ANNE: Neyse, şunları bir yerleştireyim ben… Tühhh, görüyor musun limon almayı unutmuşum.
BABA: (Gazetenin arasından yüzünü çıkarır.) Senin yüzün yeter Melahat Hanım.
ANNE: Aman pek de espriliymiş bu akşam. Neyse biz de bir espri patlatırız sen yine tekeri tamir etmeyi beceremeyince. Bora koş pazardan 5 limon al gel.
BORA: Tamam anne.
ANNE: Pazarlık et ama, öyle hemen istedikleri parayı basıp enayilik etme.
BORA: Ayıpsın anne, bu işin dersini aldım ben.
Hava kararmıştır. Bora Pazar yerine gider. Beline asılı torbası ve ellerinde bir sürü limonla duran bir limoncunun önünde durur.
BORA: Kaç para limon?
LİMONCU: Beş tanesi 5 TL abi.
BORA: Yeterince kâr edebiliyor musunuz?
LİMONCU: Niye abi, limoncu mu olacaksın?
BORA: Yok da … hakkın geçmesin bize.
LİMONCU: Şükür abi.
BORA: Kaça alıyorsun mesela?
LİMONCU: Limoncu olmayacağına emin misin abi?
BORA: Yahu ne limoncusu kardeşim, hadi eyvallah. (Yürümeye başlar.)
LİMONCU: Dur abi, 10 tanesi 8 TL, akşam pazarı. Bitirip gideyim, daha evde çocuklar bekliyor.
BORA: (Durur.) Çocukların var yani. Kaç tane?
LİMONCU: 2 tane abi, ellerinden öperler.
BORA: Çalışıyorlar mı?
LİMONCU: Yok, biraz geç evlendim abi. Okuyorlar, biri ilkokul 3’de, diğeri de 5’de.
BORA: Hmmm ek gelir yok. Maşallah. Özel okul mu?
LİMONCU: Evet abi, limon kolejinde. Abi sen dalga mı geçiyorsun.
BORA: Hmmm okul bedava.
LİMONCU: Ne bedavası abi. Defter-kalem ateş pahası.
BORA: Ev senin ama?
LİMONCU: Kiradayız abi.
BORA: Defter, kalem, kira…
LİMONCU: Abi bu kamera şakası mı?
BORA: Hanım çalışıyor mu?
LİMONCU: İşte gündelik falan, bazen de eve tığ iş alıyor çeyizcilerden.
BORA: Silelim, ek gelir mevcut … Peki sence işkembe çorbası limonsuz olur mu?
LİMONCU: Olur mu hiç abi, inek yerinden kalkıp hesap sorar valla.
BORA: (Düşünür.) Yanında da piyaz vardı... Peki ya fasulye piyazı?
LİMONCU: Abi, fasulyeye de yazık emeğine de.
BORA: Hmmm, mal alıcı için, yani benim için görece değerli. Sen bana oradan 10 limon ver.
LİMONCU: Buyur abi.
BORA: Al bu da 10 TL, üstü kalsın.
LİMONCU: Allah razı olsun abi.
Bora eve döner. Ceketini asar. Babası hala koltuğunda gazete okumaktadır.
BORA: Anne geldim.
ANNE: Kaça aldın limonu?
BORA: 10 tanesi 10 TL.
ANNE: Tühh, nasıl da kazıklanmış. 10 tanesini 5 TL’ya satıyorlardı oğlum.
BORA: Şimdi paydaşlık önemli bir şey anne.
ANNE: Nelik, nelik?
BORA: Uzun vadeli bir ilişki için herkes kazanmalı.
ANNE: Niye, haftaya yine aynı limoncudan mı alacaksın? Hoş adam kesin sana bakınır ama pazar yeri kalabalık tabi.
BORA: Adam ev geçindiriyormuş.
ANNE: Evet, biz de hayrat işletiyoruz.
BORA: Hanımı part-time çalışıyormuş, ama iki de çocuğu varmış.
ANNE: Oğlum sana hayat hikâyesi mi dinle dedik, limon al gel dedik.
BORA: Şimdi kazan-kazana göre…
ANNE: Ne kazanı ne kepçesi oğlum? Duyuyor musun Ahmet Bey, oğlanı küçükken yazın çırak verelim deyince kıyameti koparmıştın. Al işte bak eserine, vur eline al ekmeğini. (Mutfağa yönelir ve yemek masasını hazırlamaya koyulur.)
BABA: Paşadır benim oğlum, hem bana Osmanlıca kurs bulacak.
BORA: Baba o iş biraz yaş.
BABA: Nedenmiş o?
BORA: Şimdi sen bir hevesle başlarsın.
BABA: Eeee?
BORA: Ama sonra hevesin geçer, beceremeyip bırakırsın.
BABA: Halt etmişsin sen.
BORA: Sonra bir şekilde suçu bana atarsın, kurs kötü, bu kursu da aha bu oğlan buldu diye.
BABA: İyi kurs bul sen de.
BORA: Sonra annemden paparayı yine ben yerim.
ANNE: (Mutfaktan gelir. Masa hazırdır. Herkes yemek masasına geçer.) Hayırdır kim papara yiyor yine benden? Baban bir şey mi yaptı?
BORA: Yok be anne.
ANNE: O zaman sen ne yaptın?
BORA: Hiçbir şey be anne, babamın Osmanlıca işini konuşuyorduk.
ANNE: Önce o tekerleği tamir etsin, sonra bakarız. Caminin imamı kurs açacakmış diyorlar. Adam ilahiyat mezunu.
BABA: Ben gitmem o kursa.
ANNE: Niye? Cami de kantin mi yok lak lak edeceğin. Geç o işleri, bak kaç yaşına geldin.
BABA: Yahu ne alakası var. Adam her Cuma sadece cehennemden bahsediyor, Allah bilir dersi nasıl olur.
ANNE: İyi ya işte korku öğrenmenin yarısı derler. Bak oğlanı küçükken sürekli şımarttık gidip limoncuları zengin ediyor.
BORA: Yahu ihale bir şekilde bana mı çıktı yine? Anne limonu uzatsana.
ANNE: Oğlum az sık, pahalı limon bu, biz de biraz tasarruf edip kazanalım bari.
III. İş Yeri
Bora iş yerinde, masasında oturmakta ve çalışmaktadır. Birden müdürü gelir.
MÜDÜR: Bora al şu dosyayı, soğutma sistemi ihalesine giren 3 şirketin teklifleri. Bunları güzel bir özetle, artılarını-eksilerini karşılaştır. Teklifi en iyi firmayı nedenleriyle birlikte yaz. Saat… (saatine bakar) 10. 12’de raporunu masamda istiyorum.
BORA: Yemekten sonra olsaydı?
MÜDÜR: 11.30 oldu.
BORA: Anlaşılmıştır efendim.
Müdürün kapısını çalar içeri girer.
BORA: Efendim bitti.
MÜDÜR: Evet?
BORA: Teklifleri iyi bir inceledim.
MÜDÜR: Güzel.
BORA: Özelliklerini karşılaştırdım.
MÜDÜR: O da güzel.
BORA: Etkilenmeyeyim diye fiyatlarına en son baktım.
MÜDÜR: Tabi para senden çıkmayacak.
BORA: Yok efendim, adil bir değerlendirme olsun diye.
MÜDÜR: Niye, adalet mi dağıtıyoruz? Neyse, peki sonuç?
BORA: Bence A firması kaçak işçi çalıştırıyor.
MÜDÜR: O da nereden çıktı?
BORA: Teklifleri çok ucuz.
MÜDÜR: Eee sana ne?
BORA: Ama paydaşlarını, pardon yani işçilerini mutlu edemezse batar. Biz de bakım alamayız.
MÜDÜR: Buluruz başka birilerini, sır değil ya evladım, sadece soğutma sistemi.
BORA: B firması ise C firması ile aynı sistemleri kullanıyor.
MÜDÜR: Netice?
BORA: Ama C firmasından ucuz.
MÜDÜR: Yani?
BORA: Bence sağlayıcılarını kazıklıyor.
MÜDÜR: C firmasından ucuz diye?
BORA: Evet efendim. Bence sağlayıcıları bu firmaya satışı keser.
MÜDÜR: Keserler diyorsun.
BORA: Evet efendim. Biz de bu durumda bakım aşamasında sıkıntı yaşarız.
MÜDÜR: Yine bakıma geldik yani. Ne bakımmış yahu.
BORA: En iyisi C firması. İşçilerini ve sağlayıcılarını koruyacak gibi görünüyor.
MÜDÜR: Ve de en pahalısı.
BORA: Kalite için ufak bir bedel desek…
MÜDÜR: Peki teknik olarak aralarında bir fark var mı?
BORA: Bence yok efendim.
MÜDÜR: O zaman raporunu A firmasını seçecek şekilde değiştir ve getir.
BORA: Ama efendim paydaşlar?
MÜDÜR: Biz de paydaş değil miyiz müşteri olarak?
BORA: Ama onlar 3 biz 1.
MÜDÜR: İyi işte önce 1 numara gelir.
BORA: Evet efendim. (Çıkmak üzere kapıyı yönelir.)
MÜDÜR: Bora?
BORA: Buyurun efendim.
MÜDÜR: Sen böyle saçmalamazdın, MBA’den mi geliyor bu ekstra performansın?.
BORA: Şimdi efendim, hoca dedi ki….
MÜDÜR: Bırak hocayı-mocayı, burası gerçek hayat.
BORA: Evet efendim.
MÜDÜR: Hadi naş.
BORA: Derhal efendim.
MÜDÜR: (Söylenir.) MBA’ymiş, Osmanlıca mı bu ya, biz de iş dünyasındayız, bilmiyoruz sanki ne doğru ne yanlış.
IV. Okul
Bora ve Mert okula gelmişler, ders öncesi ayakta konuşmaktadırlar. Bora birden limoncuyu hizmetli üniformasıyla okulda görür, hemen yanına gider.
BORA: Limoncu, sen arıyorsun burada?
LİMONCU: Vay abim benim. Eee burada çalışıyorum.
BORA: Nasıl yani?
LİMONCU: Abi tek maaşla ev döner mi? İşten sonra pazarda limon satıyorum.
BORA: İkinci iş yani?
LİMONCU: Evet abi, hayat pahalı, evde iki sabi, ellerinden öperler.
BORA: Hesap değişti o zaman.
LİMONCU: Niye ki abi?
BORA: Şimdi sen bana 5 TL borçlusun.
LİMONCU: Çok şakacısın be abi. Nasıl yaptın o hesabı?
BORA: Anne hesabı diyelim, okuldakinden daha geçerli görünüyor.
LİMONCU: Abi sen gittikten sonra ne oldu biliyor musun?
BORA: Ne oldu?
LİMONCU: Abi kazı-kazancı geçiyordu. Senden aldığım parayla bir tane aldım.
BORA: Çıkmadı tabi.
LİMONCU: Çıkmadı abi. Ama hırs yaptı, 1 tane daha aldım.
BORA: Kazan-kaybetin sonu kaybet-kaybet.
LİMONCU: Yok abi bu sefer 50 TL çıktı. Ayağın uğurluymuş abi.
BORA: (Kendi kendine konuşur) Aslında direkt A firmasını seçmeliydim…
LİMONCU: Buyur abi?
BORA: (Kendi kendine konuşmaya devam eder.) Tabi yazın çıraklıktan kaçıp sokakta serserilik edersen…
LİMONCU: İyi misin abi?
BORA: (Adama döner) Tamam tamam, senin yapacak işin yok mu?
LİMONCU: Eyvallah abi. (Giderken söylenir) Deli midir nedir?
Bora o sırada hocasını görür ve yanına gider.
BORA: Hocam merhaba.
HOCA: Merhaba Bora, erken gelmişsin.
BORA: Evet hocam. Bir sorum vardı da.
HOCA: Sor Bora.
BORA: Şimdi şu kazan-kazan var ya.
HOCA: Evet Bora?
BORA: Bence bende çalışmıyor hocam.
HOCA: Niye ki?
BORA: Ben hep kaybediyorum be hocam.
HOCA: Eee, gene dene gene yenil, daha iyi yenil.
BORA: Olur hocam.
HOCA: Sınava hazırlandın mı bari?
BORA: Ne sınavı hocam?
HOCA: Bu akşam sınav var.
BORA: (Söylenir) Paso daha iyi kaybet yani. (Hocaya döner.) Sağ olun hocam.
HOCA: Bir de Bora, baban için Osmanlıca kurs soruyordun. Okul bir kurs açıyor ve öğrenci yakınlarına aile indirimi yapılacak.
BORA: Tekerlek tamiri de öğretiyorlar mı hocam?
HOCA: Nasıl?
BORA: Boş verin hocam. Eee hocayı nereden bulmuşlar?
HOCA: Bilmiyorum, bir imam varmış ilahiyat mezunu. Okul onunla anlaşmış.
BORA: Hah, şahtık şahbaz olduk baba-oğul birlikte.
BİTTİ